“Kubilay’a kız mı yok?”

A -
A +

Liseyi ve askerliği bitirdiğinde, evlenmeye karar vermişti Kubilay. Yanlış hatırlamıyorsam, 1993 yılıydı.

 

Posofluydu.

 

Ailesinden uzakta ve geçici işlerde çalışıyordu.

 

Eş dostun yönlendirmesi üzerine bir kızla görüşmeye gitti.

 

Bu ilk görücü usulü randevu, fiyasko ile bitti.  

 

Evet, kız güzeldi, güler yüzlüydü, iyiydi hoştu... Ama Kubilay’a biraz… Ee biraz, nasıl denir, biraz fazla girişken, cüretkâr, buyurgan gelmişti.

 

- Çocuklarım erkek olursa hepsine ilk ismi olarak “Bilge”, kızlarım olursa hepsinin isminin yanına “Nur” koyacağım, demişti mesela.

 

***

 

Böyle durumlarda ne denir, bilirsiniz.

 

“Kubilay’a kız mı yok?”

 

Nitekim yine görücü usulüyle Trabzonlu ve varlıklı bir ailenin kızıyla evlendi. 

 

***

 

Eşinin teşvikiyle eğitimine devam etti. Tıp fakültesini kazandı, bitirdi. TUS’u kazandı, çocuk doktoru oldu. 

 

***

 

Günümüze dönersek, Doktor Kubilay; eşi, oğlu ve kızıyla tatil için Karadeniz’e gitti geçen ay.

 

Evlilik yıl dönümleriydi. Her ikisinin de memleketini ziyaret edeceklerdi.

 

Hanım tarafından Trabzon’da kimse kalmadığı için, her akşam bir otelde konaklıyorlardı.  

 

Aslında karısı dört yaşında ailesiyle İstanbul’a göçtüğü için, bir bakıma o da Trabzon’u ilk kez görüyordu.

 

Karadeniz yolunu takiben Ardahan’a ve oradan Kubilay’ın memleketi Posof’a geçeceklerdi.

 

İkinci günün akşam durağı, Çamlıhemşin’di. Sekiz bungalovdan oluşan bir konaklama tesisine girdiler.

 

***

 

Gürül gürül akan çay kenarında, belli aralıklarla dizilmiş bungalovların ortasında ahşap bir restoran, onun bitişiğinde de yönetim odası vardı.

 

O ikindi Doktor Kubilay ve ailesi tesislerden içeri girdiğinde, on yedili yaşlarda güler yüzlü bir kız karşıladı:

 

- Hoş geldiniz. Şöyle buyurun, restorandaki masalardan birine geçelim. Siz yorgunluk çayı içerken, ben giriş işlemlerinizi yapayım.

 

***

 

Kayıt faslı bittiğinde, güler yüzlü kız bir anahtar uzattı doktora:

 

- Çayınızı içtikten sonra odanızı göstereceğim. Acelemiz yok. Bu arada, kahvaltı sabah dokuz ile on bir arasında, dedi.

 

Garson çay termosunu getirip masaya bıraktı. O sırada bir de kadın geldi, sandalye çekip oturdu. Başı kapalı, çenesi açıktı:

 

- Hoş geldiniz. Ben, eşim ve çocuklarım hep birlikte oteli işletiyoruz. Nereden geliyorsunuz? (…) A, benim çocukluğum da oralarda geçti. Bulgar göçmeniyiz ama Sultanbeyli’de, Taşlıtarla’da büyüdüm. Hatta ilk evliliğimi orada yapmıştım. (…) Bir öğretmendi. Anlaşamadık. Kızımı alıp babaevime döndüm. (…) Hayatım roman gibidir… Ailemden habersiz, bir bakıma kaçarak bir sürücü kursu hocasıyla ikinci evliliğimi yaptım. O da fazla sürmedi. Çünkü hemen her kadın kursiyere ilgi gösteriyordu. İkinci kızım dört yaşındayken boşandım. (…) Şükür şimdiki kocama rastladım ve gerçek sevgiyi buldum. O buralı ama İstanbul’da çalışıyordu. Altı sene önce buraya geldik.

 

Kadın üç evlilik ve üç çocuk yapmış gibi değildi; genç görünüyordu.

 

Altılı yaşlarda, esmer ve tatlı bir kız girdi restorandan içeri.

 

Kadın:

 

- Hah, işte bu da son kızım, dedi. Şimdiki eşimden… İlk kızım Eda Nur ofiste, ikincisi kaydınızı yapan Seda Nur, üçüncüsü işte bu şirinlik Nisa Nur…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.