“Ne diyeyim, nasıl yazayım? Hem elde avuçta kutlanacak hem anlatacak bayram mı kaldı?”
Büyüklerden işittiğimiz yaşanmışlıkların ardına kadar açılan kanatlı hayal kapılarında büyüdük biz. Bizim Bayramlarımız çocukluk coşkusuyla ışıldayan eski küçük kandiller gibiydi. Boşu olmayan içi dopdolu mübarek zamanlardı.
Her ânımız nurdan örülen o özel günlerin içine yerleştirilen cennet bahçesiydi. Allaha uzanan minicik avuçların, özlemle çırpınan günahsız gönüllerin ilk heyecanı ile çarptı kalplerimiz.
Uçsuz bucaksız bozkırların bakmaya doyamayacağın nadide asil çiçekleri gibiydi dünyamız.
Damarda durmayan kanımız, kabına sığmayan deli bir heyecanımız vardı.
Kasaba yerlerinde ve o dönemin henüz büyükşehir olmamış yerleşim bölgelerinde bayram şenliği hâline getirilen alanların kadrolu elemanlarıydık.
Uyku tutmayan arife gecelerinde yastık altında bekletilen gıcır ayakkabıların verdiği huzuru şimdiki nesle, hangi lisanla anlatabiliriz ki?
Anlamak istemeyenlere ısrarla anlatırız. En çok anıları ucuzlattığını sananlarda karşılık ararız. Söz yorulur, gönül yorulur. Kabullenememek yorulmaz.
Dostlar soruyor neden güzel bir bayram yazısı yazmıyorsun?
Ne diyeyim, nasıl yazayım? Hem elde avuçta kutlanacak, kutladığımı anlatacak bayram mı kaldı ki? Gene ne varsa eskilerde var deyip sarıldık hatıralara. İç geçirdiğimiz uçları tırtıklı solmuş siyah beyaz fotoğraflara.
Ne yazık ki o zamanların izleri fazla direnemeden silindi çıktı hayatımızdan.
Artık alışamadığım bir yabanın tam ortasında olsam da maziye dalmak keyiflendirdi yine. Yazı âdeta kendisi akıyor mısralar da, kaynaktan gün yüzüne süzülen su misali.
Hadi bakalım hayırlısı. Gönül defterimizden neler çıkacak?
Baharı ve hazanı çokça tecrübe edenler klişe laflarla hayıflandılar yıllar boyu. “Ah nerede o eski bayramlar?” diyerek yanıp tutuştular o eski zamanlara.
Aslında aynı heyecana sarılmış tatlı bir şekerleme tadıydı damağımızda kalan. Köyümde ağaçlara kurulan, rüzgârlarla oynaşan çılgın bir salıncaktı bizimkisi.
Bir hızlanır yükselirdi bulutlara, aynı hızla iner yalar geçerdi toprak ananın mis kokulu çimenlerini.
Ellerimizdeki rüzgâr fırıldakları renklerin çevrinen bereketini savururdu havaya.
Bizim bayramlarımız önümüzde sonsuz uzayıp giden bahçelere çıkan fener alayları gibiydi.
Topladığımız torba torba şekerlerin ve harçlıkların imparatorluğuysa bağımsızlık ilanımızdı.
DEVAMI YARIN