"Özbek atalarınızın meşhur bir sözü var: 'İstanbul'u görmeyen, dünyaya gelmemiş sayılır."
Tabii bu Özbekistanlı aile, kendileri yıllarca komünizm gibi zulüm rejiminde kaldıklarından Türk milletinin böyle şefkat ve merhametinden uzak kalmışlar.
Nergiz Hanım'ın bu samimi sualine cevap olarak seneler önce merhum Enver Abi'mizin bize söylediklerini hatırladım. Enver Abi, "Bu kapılar ümitsizlik, çaresizlik kapısı olmayacaktır. Her gelen buradan memnun olarak gidecek" demişti. Nergiz Hanım'a; "Ben burada bir memurum. Memur verilen vazifeyi yerine getirir" deyince Nergiz Hanım, ofisin duvarındaki Enver Abi'nin fotoğrafına on-on beş saniye dikkatle bakarak bana döndü ve "O sözleri söyleyen zat bu mu? Onu biraz anlatır mısınız?" dedi. Biz de kendilerine gerekenleri anlattık...
Bu konuşmadan sonra bizimle helalleşerek Kanada'nın yolunu tuttular. Kısa bir süre sonra Nergiz Hanım'dan bir mektup geldi. Mektupta:
"Numan Abi keşke Türkiye'de ikamet alabilip İstanbul'da kalabilseydik. Ahh İstanbul... Hiç gözümüzün önünden gitmiyor" diyordu.
Biz de kendilerine telefonda, "Evet doğru yazmışsın, Özbek atalarınızın meşhur bir sözü var: 'İstanbul'u görmeyen, dünyaya gelmemiş sayılır.' Ecdadınız çok doğru söylemiş. İstemeyerek Kanada'ya gittiniz. Şimdi İstanbul hasreti çekiyorsunuz. İnşallah Kanada pasaportunuzu alınca İstanbul'a daha rahat gelirsiniz. İstanbul sizin vatanınız, bütün Türk dünyasının da başkentidir, siz de buradan kopmadınız" diyerek kendilerini teselli ettim.
Aradan birkaç yıl geçtikten sonra Prof. Ali Bey ikamet izni alabildi ve Türkiye'ye yerleşti. Ali Bey, "Norveç'te ezan sesine hasrettik, elhamdülillah Allah bize İstanbul'da yaşamayı nasip etti. Eğer Özbekistan'da kalmış olsaydık, siyasi bir yapının içinde bulunduğumuz için makam-mevki sahibi de olabilirdik. Fakat şükürler olsun ki siyasetten uzaklaştırıldık ve bu sebepten Türkiye'ye geldik. İstanbul'da çok kıymetli kitaplar okuyup dinimizi, tarihimizi, Semerkant'taki ecdadımızı tanıma fırsatı bulduk. Şimdi tek arzum var: Ölmeden önce doğduğum, büyüdüğüm Semerkant'a gitmek, oradaki dost, akraba ve evliyaları ziyaret etmek. Komünist sistem yüzünden oradaki evliyaları tanıyamıyorduk. Meğer bizim Semerkant'ımız âlim ve evliya doluymuş. Semerkant'ın kokusu burnumuzda tütüyor. Hasreti bağrımızı yakıyor. İnşallah siyasi şartlar düzelir bir gün Semerkant toprağına yüz süreriz" diyordu...
İbrahim Cebeci-İstanbul