Anladım ki üyelerin hiçbiri tezi okumadığı gibi, danışman hoca da okumadan jüri toplanmıştı. Her şey tez eleştirmeni olarak seçilen bana bırakılmıştı.
Bana ne gibi bir çözüm önerdiğimi, çünkü adaya tezin kabul edileceği konusunda söz verildiğini jüri üyeleri tek tek itiraf etmek zorunda kaldı.
Aday aynı zamanda fakültede öğretim görevlisiydi. Yüksek lisansı kabul edilirse, yasaya göre, sınavsız doktora programına başlama hakkı kazanıyordu. Oldukça zor bir durumdu. Benim hayır dememin de bir yararı olmayacağı, çoğunlukla tezin kabul edileceğini biliyordum. Ne kurtarabilirsem kâr olacaktı. Şu öneride bulundum.
"Adaydan doktora yapamayacağı, başvuruda bulunmayacağı sözü alalım. Ve bu sözü ciddi olarak takip edelim. Bu adayın böyle bir kapasitesinin olmadığı ortada" dedim.
Herkes bu önerime saygı duydu. Hepsinin gururunu kurtarmıştım. Bana eleştirilerimi incitmeden yapmamı, yaptığım öneriyi de eklememi rica ettiler. Aday içeriye alındı.
Önce yumuşak sonra oldukça sert eleştirilere geçtim. Tezin kopyala yapıştır yöntemiyle hazırlandığını söyledim. Aday ne diyeceğini şaşırdı ve hiçbir yanıt veremedi. Sadece "Herkes aynı yöntemle tez hazırlıyor" dedi. Arkasından da hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Doğrusu bunu hiç beklemiyordum. Üzüldüm ama ne yapabilirdim! Diğer jüri üyelerini büyük bir sıkıntı bastı. Herkes "ne olacaksa olsun, bu trajedi, bu işkence bitsin" diye bana bakıyordu.
Ben de sözü uzatmamaya karar verdim. Jüri üyelerine adayın doktora yapamayacağı konusunda söz vermesi halinde tezin kabul edilebileceğini söyledim. Aday da ne olur olmaz diye, önerime balıklama daldı ve sevinçle kabul etti.
Formaliteler tamamlandı. Börek ve çörek yeme masasına geçildi. Ben de dersim olduğunu söyleyip hemen oradan ayrıldım.
O gün yaşadıklarımın ve yaşattıklarımın bana bir yararı (!) oldu. Bu tez savunma hadisesinden sonra hiçbir fakülte ve yüksekokul beni böyle jürilerde görevlendirmedi. Çünkü ünüm üniversiteye yayılmıştı. Başlarına dert mi alsınlardı?
Taze börek, çörek, ziyafetlerden, hediyelerden mahrum (!) oldum. Hayatında hak etmediği bir çayı bile içmeyen bir adamdan adam olmaz. Bunun lamı cimi yok. Herkes hak ettiği hayatı yaşamak zorundadır. Bu kadar! Daha sonra ne mi oldu? Ne olacaktı, o aday doktor da oldu, profesör de. Belki şimdi bir yerlerde dekanlık da yapıyordur.
Ass. Prof. Dr. Osman Nuri Yıldırım