Üniversiteyi henüz yeni kazandığım 2017 yılıydı. Bir cuma günü ders çıkışı arkadaşlarla oturup kahve içerken yanımıza yaklaşan güler yüzlü bir ağabey selam vererek dedi ki: “Gençler hayatınızı güzel dinimize de uygun yaşayın...” Bana göre derdimizin sadece dünya derdi olmaması gerektiğine dikkat çekmişti.
İçinde bulunduğumuz yüzyıl öyle bir zaman dilimi hâline geldi ki artık insanoğlu bırakın dinimize göre yaşamaya gayret göstermesini dinî konuda nice isimleri reddetmeye hatta hakaret etmeye yönlendiriliyor. Daha ileri gidip din hakkında kendi üç kıvrımlı beyinleriyle konuşma sorgulama ve yargılamaya varıyorlar. Ne acıdır ki bu kimselere dikkat ederseniz kendi vicdanının muhasebesini yapmadığını, eleştirdiği yok saymak istediği dinî vecibelerden aslında habersiz olduğunu görürsünüz.
Hele de bir kuru kin ve öfke kör ediyor bazılarının gözlerini. Bunca kin, öfke, nefret duygularının içinde bir de unutulup gidenler, hatta varlıklarının bile zaman zaman haberdar olmadığımız din kardeşlerimiz var.
Oysa güzel dinimiz müminlerin kardeş olduğunu beyan etmiştir. Burada da vicdan muhasebesi gerekmektedir. Hem dünya hayatı için hem ahiret hayatı için vermiş olduğumuz mücadele gün geçtikçe zorlaşıyor. Dünyanın dört bir yanında dinini yaşamak için zorluklarla mücadele veren din kardeşlerimizi ne kadar aklımıza getiriyoruz? “Onların İslamiyet’i bihakkın yaşayabilmeleri için ne kadar çaba sarf ediyoruz?” diye düşünmek gerekmez mi? Sırf mümin oldukları için, namaz kılıyorlar diye, Kur'ân-ı kerim okuyorlar diye günlerce, aylarca, haftalarca işkence görenler taciz edilenler, aç ve susuz bırakılan din kardeşlerimiz için neden bu kadar suspus bir vaziyette duruyoruz? Afrika’da, Myanmar’da, Arakan’da, Doğu Türkistan’da din kardeşlerimizin verdiği mücadeleye neden onlar kadar sahip çıkamıyoruz?
Dedik ya yazımızın başında şartlar zor ve bizim üzerimize düşen yükün kıymeti paha biçilemez. Müslümanlar olarak vasfımızı layıkıyla taşıyıp başta dinimiz olmak üzere dinî değerlerimize de hassasiyetle sahip çıkmalıyız. Eğer böyle olmazsak bizim tutumumuz “toprağın üstünde ölü yaşamak" değil de nedir?..
Muhammet Toraman-Sağlık Teknikeri
ŞİİR
Uyan ey Fatih uyan!
Uyan ey Fatih uyan! Yaşanmaz oldu cihan,
Bir el ver maveradan, yollarda kaldık yayan.
Sür atını denize. Bir ufuk göster bize
Çıksın evladın düze, işte er işte meydan
Ya fethet İstanbul’u, ya aç yeniden yolu.
Solmadan ömür gülü, kalk da surlara dayan.
Gül gibi gülleler saç, gönül kapımızı aç,
Sende em, sende ilaç, bir haber ver Oğuz’dan.
Yoruldum yaza yaza, saçım döndü beyaza,
Yeter bu kadar söze, dem bu demdir, an bu an
Ne kapılar, ne surlar, boğar beni sınırlar,
Sürüldüm diyar diyar, kimdir soyuma kıyan?
Kim ağyar, kim sevgili, koptu sazımın teli,
Yastayız yıllar yılı, hâlimiz sana ayan.
El eder yerin altı, şurasında ne kaldı
Dost düştü, düşman güldü, baş üryan, sine püryan
Huzurundayız el an, uyan ey Fatih uyan!
Yaşanmaz oldu cihan, uyan ey Fatih Uyan.
İdris İspiroğlu
TARİHTEN BİR YAPRAK
MECELLE: Tanzimat’ın ilânından sonra, medenî hukuk sahasında, Hanefî mezhebinin muamelâta (alışveriş, şirketler, hibe vb.) ait hükümlerinin maddeler hâlinde tertibinden meydana gelen kânunlar veya bu kânunları ihtiva eden mecmua. Asıl adı Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye olan ve İslâm hukukunun bir kısmını ihtiva eden Mecelle’nin; yeni bir kânun tekniği, veciz bir şekilde hazırlanmış olması ve ihtiyaçlara cevap vermekteki pratikliği en mühim özelliklerindendir. Mecelle, her Müslümanın bilmesi lâzım gelen biri fıkhın tarifi, doksan dokuzu kavâid-i külliye (genel hükümler) olmak üzere yüz maddelik bir mukaddime (önsöz-giriş) dâhil, on altı kitaptan meydana gelir. Tamamı birbirini takip eden 1851 madde olup 1877 yılında II. Abdülhamîd Han zamanında tatbik edilmeye başlanmış, 1926’da yürürlükten kaldırılmıştır.