Ve bir çiçek solar bin gökyüzüne bedel... İnsanlar ölmeden önce yavaşça solarlar, aynı ne kadar güzel olsalar da, ne kadar iyi bakılsa da solan, çürüyen ve ölen çiçekler gibi... Ben çiçekleri ve insanları birbirlerine çok benzetirim, en çok da ölümlerini. Her ikisi de ölmeden önce boyunlarını yavaş yavaş eğerler, yaprakları ve rengi solar 'ben gidiyorum' dercesine... Güzellikleri solarken dahi devam eder ancak ilk hallerindeki gibi insanın içini de açmazlar. Hüzünle bakarlar toprağa, eğilirler ona kavuşmak ister gibi. Solacağı varsa sulasan da, güneşe koysan da fayda vermez. O artık ellerinden kaydı, ne şifalı bir ilaç ne de son görüşüne emin olduğunda, hüzünle 'elveda!' diyen gözlerin...
Dedemi de çiçeğe benzetirim, doğrusu bu fikir yeni yeni aklıma geldi. Beyaz bir begonya gibi; açtığında dalgalı yapraklarıyla hayran bırakan bir çiçek. Ve dedem beyaz bir begonyanın gözler önünde solması gibi, kenardaki saksısında yavaşça boynu bükülürken kendini belli etmişti, onun başı eğik, onun başı toprağa bakıyordu. Henüz küçüktüm ancak ben bile yorgun ve gri rengi almış yapraklarından, kan çanağına dönmüş gözlerinden anlamıştım. O son bakışmamız hâlâ hafızamda kazılı. Keşke o küçücük aklıma rağmen daha çok baksaydım, ona güneş olabilseydim "seni seviyorum dede" diyen ışıklarla ve sıcaklıkla... Fakat çabalasak da, ona su ve güneş olsak da, dalına destek taksak da o dik duramadı. Çünkü Hak böyle emretmişti; isyan etmiyorduk, etmiyoruz elbette ama biz onun toprağına yeni bir çiçeği asla ekemedik. O saksı ve o toprak hep kuru artık. O ev ve o apartman beyaz begonyamın soluşu gibi, hep gri ve hep cansız artık...
Rayiha
Bir veda bile etmeden gidişim
Size hâlâ bir şey anlatmıyor mu?
İnceden inceye feryat edişim
Size hâlâ bir şey anlatmıyor mu?
Kalburüstü değilsem, kaç kuruşum?
Başımı alıp, yokluğa vuruşum
Zulme sessiz kalmayan dik duruşum
Size hâlâ bir şey anlatmıyor mu?
Bir hışım gibi oradan geçişim,
Başka diyarlara yelken açışım,
Arkama bile bakmadan kaçışım
Size hâlâ bir şey anlatmıyor mu?
Nev’i şahsına münhasır oluşum,
Sonbahar yaprağı gibi soluşum,
Birdenbire ortadan kayboluşum
Size hâlâ bir şey anlatmıyor mu?
Kolay oldu sanmayın ayrılışım,
Dile kolay, dokuz yıl savruluşum,
Yıllar yılı aranızda kalışım
Size hâlâ bir şey anlatmıyor mu?
Harun Karagülmez-Tekirdağ
Onuncu ve on birinci yüzyıllarda İslam dünyasında yetişmiş büyük fen ve din âlimi. Ebu Reyhan el-Biruni, kırk dört yaşındayken Gaznelilerin himayesine girdi. Gazneli Mahmut kendisine çok ihsan ve iltifatlarda bulundu. Gazne'de hükümdar sarayında bir rasathane kurarak, güneşin ve gezegenlerin Harezm'de bulunduğu deklinasyon (meyil) değerlerini tahkik için yeni rasatlar yaptı. 1011 senesi ortalarına doğru Kabil şehrinde çalışmalarda bulundu. Gazneli Mahmut’un Hindistan seferine başdanışman ve hazine genel müdürü olarak katıldı. Hindistan'ın fethinden sonra, burada çeşitli ilmî çalışmalar yaptı. Yerkürenin çapını hesapladı. Sanskritçeyi öğrendi. Kendisine verilen imkân ve fırsatları çok iyi değerlendiren Biruni, sıkı bir çalışma ile pek çok hizmetlere vesile oldu. İbranice,
Rumca, Süryanice ve Yunancayı da öğrendi. Tıp, fizik, matematik, astronomi, tarih, kronoloji ve jeodezide pek büyük ihtisas ve maharet gösterdi.
Biruni, 1037 senesine kadar çeşitli ilimlere dair 113 eser yazdı. 1037 senesinden sonra on iki sene yaşadı ve bu zaman zarfında 83 eser yazdı. 1049 senesinde Gazne'de vefat etti.
Yetenekli Kalemler'de önceki yazılar...