Bir haftada ne çok şey birikti.
Cumhurbaşkanı’mızın BRICS Zirvesi seyahatine eşlik ettiğimiz için perşembe günkü yazımızı kaleme alma imkânımız olmadı.
Zirvenin Rusya’ya bağlı Tataristan özerk bölgesindeki tarihî Türk şehri Kazan’da yapılıyor olması bile bizim için başlı başına anlamlıydı.
Henüz Kazan’a hareket etmeden, Cumhurbaşkanı’mızla dönüşte yapacağımız röportajın heyecanını yaşıyor ve alacağımız cevapları merakla bekliyorduk.
Yenidoğan çetesinin bebek katliamı, FETÖ elebaşının zelil biçimde ölümü ve tabii en önemlisi MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yaptığı sürpriz İmralı çıkışı.
Dileriz dönüşe kadar bu gündemi boşa düşürecek bir başka gelişme yaşanmaz derken, Kazan’a vardığımızda acı haber düştü önümüze.
Hainler, savunmamızın göz bebeği TUSAŞ’a saldırmış ve İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya şehitlerimizin olduğunu açıklamıştı.
***
Bu can sıkıcı hadiseyle başlayan BRICS Zirvesi’nde gazetecilerin en çok merak ettiği husus, saldırıyla nereye mesaj verildiğiydi.
Devlet Bahçeli’nin yaptığı sürpriz çağrıya mı cevaptı, NATO üyesi Türkiye’nin BRICS’le iş birliği adımına mı?
Yoksa her ikisine birden mi?
Resmî heyetteki üst düzey isimlerle hemen her görüşmede sorulan ilk soru bu oldu.
Elbette ‘manidar’ zamanlamasıyla her ikisi de mümkün olsa da, ağır basan yorumlar “Bahçeli’nin mesajına yönelik” oldu.
Peki, MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli, salı günkü Meclis grup konuşmasında yaptığı bu çıkışı Cumhur İttifakı ortaklarının bilgisi dâhilinde mi yapmıştı?
Yani, ortak bir akıl mı devredeydi, yoksa bireysel bir çıkış mıydı?
Bu soruyu hangi yetkiliye sorsak renk vermemek için özel bir çaba harcadığı dikkatimizden kaçmadı.
Benzer biçimde doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu soruya muhatap olmaktan kaçındı.
Çin, Hindistan gibi yükselen ekonomilerin başını çektiği, hâlihazırda dünya ticaretinin beşte ikisini yapan, dünya nüfusunun yüzde 45’ine sahip olan BRICS ülkelerinin bir araya geldiği bu önemli zirvede Türkiye’nin de yer alıyor olmasının, kendi iç gündemimizle güme gitmesini istememekte belki haklıydılar…
Ancak Türkiye kamuoyu da Cumhurbaşkanı’mızın vereceği mesajı merakla bekliyordu.
Zirvede, ev sahibi Putin başta olmak üzere, pek çok liderle önemli görüşmeler yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, dönüş yolunda yaptığımız röportajda, mesajlarını dikkatli bir dille verdi.
Elbette başlıca gündem, TUSAŞ’a yönelik alçak saldırıydı.
Erdoğan, hainlerin savunmada göz bebeğimiz olan bir kurumu hedef almasının manidar olduğuna dikkat çekti.
Terörle mücadelede asla taviz olmadığını ‘Terörsüz Türkiye’ hedefinden asla taviz olmayacağını belirtti.
Başta Suriye ve Irak olmak üzere, terörü ‘kaynağında’ kurutmaya devam edeceğimizi de birkaç defa üstüne basa basa vurguladı.
Akabinde üstü kapalı biçimde Bahçeli’nin çıkışını desteklediğini düşündüğüm cümleleri sıraladı;
Teröre sebep olan siyasi ve toplumsal sebeplerden finansal kaynaklara, dış desteklere kadar geniş bir yelpazede mücadele stratejisi belirledik.
Kesinlikle hükûmetimizin ‘laf ola beri gele’ şeklinde bir anlayışı söz konusu değil.
Birliğimize saçılan nifak tohumlarını temizlemek, ayrık otlarını ayıklamak zorundayız.
Ayrışan değil, kucaklaşan Türkiye idealine doğru kararlılıkla yolumuza devam ediyoruz.
***
Cumhurbaşkanı’mızın bu açıklamasının ardından dün de Sayın Devlet Bahçeli’nin ‘ayrık otlarını ayıklama’ vurgusu yapması dikkat çekiciydi.
Şahsi kanaatim şudur; Bahçeli gibi Türkiye’nin son dönemine damga vuran kritik hamlelere, kararlara imza atmış bir lider, hele hele kendi tabanından bile büyük tepki gelecek bir çıkış yapmışsa bu kesinlikle devletin, ülkenin, milletin yararınadır… Asla ama asla üzerinde düşünülmeden, konuşulmadan ‘laf ola beri gele’ kavlinden söylenmiş bir söz değildir.
İp atmak en kolayı, önemli olan zoru yapmak.
Bugün anlamayanlar, gün gelir anlar.
Çok da sürmez hem de…
Bu fırtına da geçer, kış biter, bahar gelir…
Nisan ayında çiçekler açar, kuşlar cıvıldar.
Neler olur neler…
(Bu yazı kaleme alındığında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hatay’daki “Bin düşünüyor, bir söylüyoruz. İttifak ve iktidar olarak adım atmadan önce her şeyi en ince detayına kadar hesaplıyoruz. İç cephemizi sarsamayacaklar, ebedî kardeşliğimize pusu kuramayacaklar” cümlesini henüz söylememişti.)