Kültür, bir milletin ortak yaşam tarzıdır. Kültürün en önemli unsurları, gelenek, görenek ve inançlardır. Her milletin sahip olduğu bu gelenek, görenek ve inançların sosyal hayata yansıyan yüzü ise bayramlardır. Dinî bayramlar, toplum yapısında gördüğü işlevlere göre birleştirici, canlandırıcı, eğitici ve mutluluk vericidir. Her ne kadar eskisi kadar olmasa da insanları bir araya getirir, dayanışmayı güçlendirip, ortak değerleri pekiştirir. Geleneklerin devamını sağlayıcı, inançları tazeleyici ve bu yolla değer yargılarının, törelerin köklenmesine yardım edicidir. Dünyadaki bütün dinî bayramlar, fertlere toplum hayatında gerekli kılınan düzen bağını ve ortak değerleri paylaşma gereğini öğreterek eğitir. Kültürümüzde dinî bayramlar denilince akla gelen ilk isimler Ramazan ve Kurban Bayramlarıdır. Şüphesiz farklı din ve mezheplerin de bayramları vardır. Mesela Hristiyanlıktaki bayramlar, örneğin Yahudilikteki gibi doğrudan kutsal kitaba dayanmaz. Bunun yerine bu bayramlar, bizzat Hristiyanlar tarafından tarihî süreç içinde kademeli olarak ortaya konmuştur. Doğu ve Batı kiliseleri arasında farklılıklar olmakla beraber bir örnek olarak paskalya dönemi yaklaşık olarak mart sonundan nisan sonuna kadar olan dönemdir. Her sene sabit bir tarihte gerçekleşmeyen ve dünya kiliselerinin çoğunda pazar günü kutlanan paskalya günü Kıyam Yortusu, Diriliş Pazarı ya da Diriliş Günü olarak da adlandırılır.
İslam âleminde dinî bayramların zamanları, güneş takvimine göre değil ay takvimine bağlı olarak hesaplanır. Bu yüzden de güneş takvimine göre düzenlenmiş olan her yıl aynı günlere rastlanmaz. İki takvim sistemi arasında on gün fark vardır ve bu yüzden dinî bayramlar, her yıl bir öncekine göre on gün daha önce kutlanılır. Ramazan Bayramı üç gün, Kurban Bayramı ise dört gün boyunca kutlanır. Bu yıl Ramazan Bayramı, 21 Nisan Cuma-23 Nisan Pazar tarihleri arasında olacak. Bir aylık oruçtan sonra yeme içmenin ve her türlü helal nimetten yararlanmanın mübah olduğu, Müslümanların eğlenip birbirlerini ziyaret edip hediyeleştikleri, çocukların, fakirlerin ve kimsesizlerin sadaka verilerek sevindirildiği günlerdir. Kısaca İslami kardeşliğin toplumun her kesiminde canlı olarak yaşandığı, bütün bunlarla birlikte Allah’a karşı da sorumluluklarının bilinciyle topluca namaz kılıp birbirine nasihat ettikleri sevinç günleridir. En azından yirmi otuz yıl önce böyleydi…
Şimdilerde korkarım bayramlar çeşitli sebeplerle daha çok tatil fırsatı olarak görülüyor. Eski bayramları özlüyor muyum evet. Belki de yaşımın getirdiği bir durum çünkü çocukluğum hakikaten bayramları dört gözle beklerken geçti.
Neden hep eskiye özlem duyarız? Acaba geçmişin bilmediğimiz bir kerameti mi var? Elbette keramet geçmiş zamanda değil ruh hâllerimizde siz ona değişmeyen tek şey değişimin kendisidir diyebilirsiniz, hatta haklı da olabilirsiniz.
Bu bayram yazımı SELİM İLERİ’den nostalji, geçmiş zamanlar ve lezzetler üstüne yazılarından OBURCUK MUTFAKTA kitabından bir alıntıyla devam ediyorum. SELİM İLERİ:
“Proust’un madlenleri varsa İleri’nin de akide şekerleri var” diyelim: “…Birkaç yıl önce bir TV kanalında Bir Hatıra Fotoğrafı’nı sunarken, değerli konuklarıma sürpriz sorular çektiriyordum ufak hasır sepetten. Sorular arasındaydı: ‘Akide şekerine ne oldu?’ Konuk dostlarım önce şaşırıyorlar, sonra ‘Sahi ne oldu, nasıl unuttuk, ne zamandır tatmadık...’ diyorlardı. Bir renk yelpazesi, bir mücevher kutusu, bir damak fırtınası, evet ama ne uğruna, neler uğruna feda etmiştik! Günün modalarına yenik düşerek hayatımızdan ve kültürümüzden merhametsizce çıkarıp attığımız onca ‘incelik’ arasındaydı akide şekeri de. Bugün tek tük meraklısı ardını kovalıyor. Tek tük tutkunu akide şekerinden masallar, şefkatler, iyi kalplilikler duyumsuyor. Hoşça kal akide şekeri. Şimdi sen iki damla gözyaşısın. Limon ve tarçın, portakal çiçeği ve gül bahçesi kokuyorsun. Hoşça kal çocukluk arkadaşım!”.
REFİK HALİT KARAY ustadan bir alıntıyla da bitiriyorum; AGO PAŞA’nın Hatıraları adlı kitabının ‘YEMEKLERE DAİR’ kısmında şöyle anlatır: İnsanlar bin kalıba soka soka ve bin türlü muameleden geçire geçire ortaya yemek namı altında bazen öyle bir harika çıkarırlar ki karşısında bana, âdeta hilkatin parmağını ısırdığına hükmettirir. Mesela, bir tepsi saray baklavasını göz önüne getiriniz: Elyafındaki o incelik, o ter ü tazelik gül yaprağındaki gibi zarif ve nazik değil midir? O kabarıklıkta bir manolya goncası dolgunluğu ve taksimdeki intizamda bir tarh mükemmeliyeti, kırmızı benekli tatlı manzarasında ise bir çemenzar letafeti yok mudur? Ya lezzetini en nefis meyvelerden biri olan incir kadar şekerli ve latif bulmaz mısınız? Sonra saray lokmasını düşününüz, hani üstü sert, kıtır kıtırdır da ısırınca ağzınız balla dolar, böyle bu derece ustalıklı ve şekerli yemiş henüz dünya yüzünde yoktur. Benibeşer aşçılık namı altında âdeta tabiatla rekabete kalkmıştır, küstahçasına meydan okur ve ekseriya da kudret ve meziyetini takdir ettirir.
Evet bu bayram yazımda NEREDE O ESKİ BAYRAMLAR demeyeceğim ama... İşte öyle; iyi bayramlarınız olsun efendim, bayramların bayram gibi yaşandığı güzel ve sağlıklı günler görmek dileğiyle. Ramazan Bayramı’mız mübarek olsun.