Gündem hepimizin gündemi, kimse şu anda farklı şeyler düşünmek istemiyor ve geleceğini kestiremiyor. Ben bu yazımda ulema kesilip şunu bunu ye ya da yeme gibi yazılar yazmaktan çok biraz da yoğun gündemden uzaklaşmak adına yeme ve içmenin farklı yolculuğu ve enteresan sonuçlarından kabaca bahsetmek istedim. TARİH, KÜLTÜR ve COĞRAFYA doğrudan yemek ve içmekle ilgili. Jean—Louis FLANDRİN “CHRONİQUE DE PLATİNE” adlı kitabına “YEME İÇME SANATI TARİHİ ÜZERİNE” alt başlığını vererek tarih boyunca yemek sanatındaki değişimleri araştırmış. Ortaya çıkan sonuçlar da tarih ve yemek arasındaki doğrudan ilişki ve yansımaları açısından oldukça çarpıcı.
Elbette Fransız yemek araştırmacıları ve mutfak şeflerinin bilhassa 16. yüzyıldan sonra günümüz mutfak dünyasına katkıları yadsınamaz. Ancak bu eserleri incelemek ne kadar önemli ve değerli ise 10. yüzyıl içinde yazılmış Abbasiler döneminden kalma KİTABÜ’L – TABH (MUHAMMED HASAN El-BAĞDADİ) ya da 1069 yılında insana her iki dünyada saadete erişmek için izlemesi gereken yolu göstermek amacıyla YUSUF HAS HÂCİB tarafından yazılan KUTADGU BİLİG (KUTLU OLMA BİLGİSİ) gibi önemli TÜRK/İSLAM eserlerini incelemek de bir o kadar değerli ve gerekli. Gastronomi özelinde bu tarih yolculuğu doğru anlaşılamazsa kendimizden uzaklaşma ihtimalimiz yükselirken korkarım aslında ne kadar zengin olduğumuzun da farkında olamayabiliriz.
Bilinen hâliyle hayatın ilk başladığı yerleşim alanlarındaki mutfak alışkanlıklarından bugüne geçen tarihsel süreçte BALKANLAR, ANADOLU, ORTA DOĞU, KAFKASLAR gibi komşu coğrafyaların etkisinde ve içindeyiz. Bu coğrafyaların birbirlerine çok yakın insani ilişkiler içinde olduğunu söylemek açıkçası biraz zor ama kabul etsek de etmesek de geldiğimiz noktada bahsi geçen coğrafyada tüm yaşayanlar Osmanlı İmparatorluk hayat biçiminin doğal olarak ortak varisleri.
Çünkü mutfak özelinde yaklaşık beş yüz yıl gibi oldukça uzun bir süre Osmanlı Mutfak geleneğinin kabul gördüğü bir coğrafya söz konusu. Aslında doğru incelersek çok daha büyük bir coğrafyaya şamil ve günümüzde kabul gören Akdeniz mutfağının sadece bir coğrafya mutfağı olmadığı da görülür. Bu düşünce Bert FRAGNER “KAFKASLARDAN DÜNYANIN DAMINA: BİR MUTFAK SERÜVENİ “isimli araştırma makalesinde açıkça ifade edilmiş. Diğer taraftan 1600’lü yıllarda Avrupalı ve Akdenizli gözünde Osmanlı Mutfağı döneminin en modern, en gözde ve etkileyiciliğin uygulandığı en gelişkin mutfak. Peki ya bugün? Sakın bunu bir sitem ya da şikâyet olarak düşünmeyelim. Sadece bir tespit çünkü sorunları kabul etmez isek çözümleri bulmakta zorlanırız. Dünyanın bazı turizm ülkeleri ciddi sorunlarla uğraşıyor. Elbette bu sorunlar olmasa tüm dünyada sevgi ve barış egemen olsa daha iyi ama gerçek bu.
Turizm bir yarış ve sizinle yarışan ülkeler eğer tökezlemiş ise bundan fayda çıkarmak da lazım. Rusya, Ukrayna, Fransa sıkıntılı yaz aylarında da ARAP ve AFRİKA ülkeleri çok cazip gelmiyor. O hâlde sadece DENİZ-KUM-GÜNEŞ ülkesi olmadığımızı gösterme zamanı. Bütün varlıklarımızla dünyaya seslenmeliyiz. Ne kadar derin ve görkemli bir coğrafyada yaşadığımızı ve mutfağımızın ne kadar lezzetli, sıra dışı olduğunu gösterme zamanı. Sade vatandaşlardan yerel yöneticilere ve ülkemiz adına karar verenlere kadar hepimiz durumun farkında olarak gayret göstermeliyiz. Hitit, Roma, Bizans, Selçuklu gibi büyük medeniyetlerin muhteşem derinliğine sahip TOKAT, ÇORUM, SİVAS, KONYA, KASTAMONU. Tabii bu şehirlerin yöneticileri Valiler, Belediye Başkanları lütfen daha fazla öne çıkın. Neresinden bakarsanız bakın çok özel ve GASTRONOMİ açısından çok değerli bu şehirler, ama çok zaman kaybettiniz haydi.