Feridun Ağabey selamün aleyküm. İki ay kadar önce PTT Beylikdüzü Yakuplu Şubesine, İzmir’e gitmek üzere normal posta olarak içinde evrak olan bir zarf vermiştim. Ancak yerine ulaşmadı. Alıcı İzmir’deki postanedeki bir görevliye sorunca “normal posta olarak verilirse böyle olabilir” denilmiş… Buradaki görevliye konuyu ilettiğimizde “normal posta ise kayıp için yapacak bir şey yok” dedi.
Makul bir sebeple kaybolabileceği ihtimali aklıma gelmişti. Ama makul sebep ihtimali çok düşük olacağı için normal posta ile göndermekte beis (sakınca) görmemiştim. Lakin posta görevlilerinin ifadelerinden anlaşılıyor ki normal posta ile gönderilenlerin kaybolma riski az değilmiş. Bu durumda, dağıtıcının zarfı adrese götürmektense çöpe atması da gayet muhtemel gibi geldi bana. Nasıl olsa zarfın alındığına dair bir evrak ve sahibine teslim ettiğini ibraz (belirtmek) durumu yok. Dağıtıcı zarfı atar mı? Maalesef atabilir. Sorumsuzluk ve haklı, haksız birisine kızıp da ilgisi olmayana zarar verenler görülüyor. Mesela çalıştığım yerde kargolara verilen mallarda hasarlar oluyor. Bunun üzerine kolilere “dikkat kırılır” ikazı yapıştırmaya başlamıştık. Ancak aksine hasarlar daha da arttı… Buna, kargo sözleşmesinde hassas, kırılacak malzemelerden sorumluluk üstlenilmeyeceğinin belirtilmesi ve elemanların kasten malzemeyi atma, üzerine çıkma vb. şekilde davranışının sebep olduğu akla geliyor. Kargo dışında da çalışanın kasten mala zarar verdiğini müşahede ettim.
PTT’de bu yaşadığım münferit (bireysel) nadir bir durum olsaydı bunları yazmazdım. Ancak gerek kayıtsızlık, görevlilerin ifadesi, gerekse internetteki şikâyetlerden kayba, ilgisizliğe sık rast gelindiği anlaşılıp PTT yönetiminin bu konuda bir iyileştirme yapabileceğini düşünerek mevzu ettim. Saygılarımla...
Y. Beyazıt Başal
Güzel dilimiz üzerine görüş belirtelim ama...
“Feridun Ağabey, yer darlığı nedeniyle fazla uzatmak istemiyorum ama edebiyat öğretmenlerimizin bile dilimizi bilerek ya da bilmeyerek yozlaştırdığına üzülerek tanık oluyoruz. Hocamızın verdiği örnekler Arapça. Elbette Batı dillerinin dilimize girmesinden son derece rahatsızım. Ama bunun karşılığı dilimizi Arapça ve Farsça kelimelerle boğmak da akıl kârı değildir. Elbette dinimiz ve kültürümüz ve komşuluk ilişkilerimiz nedeniyle ve imparatorluk mirasçısı olmamız nedeniyle dilimizde birçok Arapça ve Farsça kelimeler var. Ama unutmayın biz Türk’üz. Mihrak ne demek aksülamel ne demek? Muallime ne demek? Umumiyet ne demek?.. Bugün bu kelimelerin hepsinin Türkçe karşılığı varken bu Arapça sevdası nereden geliyor?.. İsteyen Arapça ya da Farsçayı öğrenebilir. Ama bizim dilimiz Türkçe. Ve lütfen dilin yozlaşmasına karşı çıkıyorsak bu her dile karşıtlık olmalıdır. Üstelik güzel dilimizin kendi kendine kelime türetme özelliği varken. İsterseniz türettiğiniz kelimeleri bizimle de paylaşabilirsiniz. Yine de şu bir gerçek ne yaparsak yapalım bazı kökleşmiş Arapça kelimeleri dilimizden çıkarmanın imkânı yok. Yine de günden güne buz gibi eriyen dilimizi bari koruma ve kullanma konusunda özen gösterelim. Kalın sağlıcakla” diyen değerli okuyucumuz Bayram Çakır, sizin de hassasiyetinizi anlıyoruz. Buraya bu konudaki düşüncesini ve fikrini bildiren önceki iki okuyucumuz gibi sizin görüşünüzü de aynen yazdık. Ancak diğer okuyucularımız gibi sizinle de bir konuda anlaşmak durumundayız. O da dilin canlı bir varlık olduğudur. Bir otomobili isterseniz sürücüsü olarak uçurumdan aşağı sürebilirsiniz ama bir atı sürücüsü olarak uçurumdan aşağı süremezsiniz. Otomobil de araçtır at da araçtır. Ama at canlıdır... Bu örnekte olduğu gibi her istediğimiz kelimeyi “kullanmayalım” dediğimizde kullanımdan kaldıramazsınız. “Kullanalım” dediğimizde de dilimize dâhil edemeyiz. Arapça ve Farsça diyerek reddetmek istediğiniz kelimelerin hemen hepsi dilimizde asırlarca yaşayan ve bizim dilimiz olan kelimelerdir. Kendi kaynağında bu kelimeler bizdeki kullanıldığı gibi kullanılmazlar. Bizim cümle yapımıza göre şekil almışlardır. Kaldı ki her biri canlı olduğu için kullanılmazsa zaten yok olurlar... Burada karşı olmamız gereken konu ihtiyaç olup da üretilen kelimeler yerine durduk yerde “yeni kelime olsun” diyerek kelime üretmenin anlamsızlığına olmalıdır. Yaşayan dilimizden kelime avcılığına çıkmak dilimize yarar değil zarar verir. Saygılarımızla. F.A.
İleri ülke olmak zor değil...
“Son 40-50 yıldır sınırsız ve frensiz bir tüketim içindeyiz. Ne acıdır ki birçok asgari ücret alan bile ABD'nin, Almanya'nın, İtalya'nın, Çin'in endüstriyel ürünlerine ölçüsüzce para ödüyor. Esasında Türkiye her türlü eşyayı, giysiyi, cihazı üretebilecek teknolojik altyapıya sahiptir.
100 yaşındaki Cumhuriyeti küçümsemeyin. Tekstil, mobilya, beyaz eşya, otomotiv, turizm, cam, sağlık, tarım vb. gibi sektörlerde dünyanın en iyi, en güçlü 20 ülkesinden biriyiz.
Yerli ürünlere yönelirsek, mesleki-teknik eğitimin kalitesini artırırsak, tatilleri azaltırsak, lüks tüketimden vazgeçersek, birikimlerimizi altına, dövize, kriptoya, şatafatlı betona değil şirketlerin pay senetlerine yöneltirsek, gerçek demokrasiye geçersek, yolsuzlukları önlersek 5-10 yılda dünyanın devler ligine çıkarız.
Ali Özdemir/Eğitimci-Yazar-Yayıncı