Kadınların seçilme hakkı

A -
A +

Türkiye gazetesinde 19 Mart 2025’te yayınlanan yazımda Türkiye’de kadınların nispeten erken bir tarihte seçme ve seçilme hakkına sahip olduğu yolunda bir yorum yapmıştım(*) Bir sosyal medya mecrasında bir okuyucum, haklı olarak, bir ikazda bulundu. Bazı kadınların seçilme hakkını çok daha yakın zamanlarda kazanabildiğini hatırlattı.

 

Okuyucum ikazında haklı. Başı örtülü kadınlar demokrasiye geçildiğinden, yani 1950’den beridir oy kullanma hakkına sahip. Ancak, başı örtülü kadınların seçilme hakkını kullanması uzun süre engellendi. Bu konuda M. Kemal tam olarak ne düşünür ve ne yapardı bilmiyoruz, çünkü, onun zamanında hiç demokratik ve yarışmacı seçimler olmadı. Ancak, M. Kemal’in tek parti diktatörlüğü zamanında Meclis’e gönderdiği kadınlar arasında hiç başörtülü vekil bulunmaması ve sonraki yıllarda başörtülü kadınların seçilme hakkını kullanmasını engelleyenlerin genellikle M. Kemal çizgisini takip ettiklerini ileri sürmeleri bu hususta menfi işaretler olarak okunabilir.

 

Neden böyle oldu? Sanırım bu üzücü durum Kemalist bürokratik vesayetçi çevrelerin ve onların siyasetteki uzantılarının Batılılaşmayı yanlış anlaması yüzünden vuku buldu. Hâlen de aynı yanlışı büyük ölçüde sürdürmekteler. Bunlara göre Batılılaşma demek Batılılar gibi giyinmek, yemek-içmek, müzik dinlemek ve dans etmek filan demektir. Başka bir deyişle bu çevreler Batılılaşmayı Batı kültürünün ve yaşama biçiminin yansımalarının Türkiye’de de benimsenmesi ve yansıtılması olarak anladılar. Tek tek insanları ve tüm toplumu bu çizgiye getirmek için toplumsal hayata dil, din, kıyafet, hayat biçimi, etnisite üzerinden müdahalelerde bulundular ve baskı uyguladılar. Bunun tipik ispatı totaliter 'Onuncu Yıl Marşı'nda görülebilir. Marşta “on yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan” derken elbette on beş milyon yeni insanın doğduğu dile getirilmiyor. Zaten aşağı yukarı on beş milyon civarında olan nüfusun baştan aşağı değiştirildiğine ve yeni bir insan tipi ve yeni bir toplum oluşturulduğuna inanıldığına işaret ediliyor.

 

Kuşku yok ki her şeye rağmen başı örtülü kadınların bu “yeni toplum” içinde de var olması engellenmedi, engellenemezdi. Önemli görevlere gelme talebinde bulunmadıkları ve bu arada seçilme hakkını kullanmayı istemedikleri sürece bir problem de yoktu. 1960’larda ve 1970’lerde çekilen sinema filmlerinden anlaşıldığı gibi, bazıları, neredeyse tüm toplum olarak, mini etekli kadınların ortalıkta cirit attığı, içki kullanımının çok yaygın olduğu, herkesin Batı müziği dinlediği bir hayat biçimi içinde yaşadığımızı zannediyordu. Nasıl olsa başörtülüler toplumun bir tür “alt” tabakası olarak kendi mecralarında var olmaktaydılar. Ne var ki sosyolojik gelişme ve yenilenmeler durumu değiştirdi. Başı örtülü kadınlar üniversite kapılarına dayanmaya ve mezunlar da aynen diğer mezunlar gibi belli başlı mesleklere talip olmaya başladı. Bu meslekler arasında başörtülü kadınların bir anlamda yapmaktan dışlandıkları askerlik, polislik, hâkimlik, savcılık, öğretmenlik gibi meslekler de vardı. Seçilme hakkı da doğal olarak talep edilmekteydi.

Seçilme hakkının gerçekten elde edilmesi ve fiilen kullanılabilmesi kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasından yaklaşık 60-70 yıl sonra, 2010’larda ve AK Parti iktidarları döneminde mümkün olabildi. Bu yüzden, her ne kadar 1934’te kâğıt üzerinde tüm kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmış olsa da seçilme hakkının başörtülü kadınlar için hayat bulması epeyce sonra vuku buldu. Bunu gerçekleştiren de liberal fikirlerden etkilenen muhafazakâr iktidarlardı. Adalet ve hakkaniyet için bu noktanın altını çizmekte fayda var.
.....

(*) https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/atilla-yayla/kadinlara-secme-secilme-hakki-647525

 

 

 

Atilla Yayla'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.