Yıllar önce, 14 Ocak 2015’te, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir daveti üzerine Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde bir yemeğe katıldım. Davetliler arasında on beş kadarı akademisyendi. Çeşitli konular üzerine sohbet edildi. Herkese söz hakkı verildi. Ben de bir şeyler söyledim. Yemekle ilgili izlenimlerimi ise Yeni Şafak’taki bir köşe yazımda dile getirdim(*).
Yemekte Erdoğan yaptığı açıklamalarda bir noktanın altını bilhassa çizdi. Savunma sanayisinde kendi kendine yeterli olmayan bir ülkenin kelimenin gerçek anlamıyla bağımsız olamayacağının altını çizdi. O zaman da bu düşünce bana makul gelmişti, ama ne kadar önemli bir husus olduğunu anlamam biraz zaman aldı.
Bugün Türkiye, savunma sanayisinde muazzam bir gelişme kaydetmiş vaziyette. Her gün bununla ilgili bir haber duymak mümkün. Resmî rakamlara göre Türkiye silah sanayisinde yüzde yirmilerde gezinen yerlilik ve millîlik oranını yaklaşık yüzde seksenlere çıkarttı. Gelişmeler devam ediyor. Yakında Altay tanklarında, biraz gecikmeyle de olsa, seri üretime geçilecek. KAAN adı verilen yerli uçağın yapım süreci başarılı şekilde devam ediyor. Muhtemelen 2028’de KAAN uçakları TSK silah envanterine eklenecek. Türkiye’nin silah sanayisindeki muazzam gelişmesinin sonuçlarını Karabağ ve Libya gibi yerlerde gördük. Terörle mücadelede de devamlı görmekteyiz. Bütün bunları Erdoğan hükûmetlerinin başarılarından biri olarak görmek mümkün. İleride tarih de böyle kaydedecektir.
Silah sanayimizdeki bu harika gelişmeler herkesi eşit derecede memnun etmiyor. Bir kesim devamlı olarak yapılanları ve gelişmeleri görmezden geliyor. Başka bir kesim yapılanları küçümsüyor ve alay ediyor. Bir diğer kesim ise yerli silah sanayisini başta cumhurbaşkanının damadı Selçuk Bayraktar olmak üzere hükûmete yakın kişi ve çevrelerin kayırılmasına sahne olduğunu öne sürüyor. Elbette bu üç tavrın ikisini veya üçünü aynı anda benimseyenler ve dile getirenler de mevcut.
Yapılanları küçümsemek çok kötü ve tuhaf bir tutum. Erdoğan ve Erdoğan hükûmetleri geçici, ama yerli olarak imal edilmeleri başarılan silahlar kalıcı. Dolayısıyla, Türkiye’ye değer veren herkesin bu gelişmelere sevinmesi gerekir. Bayraktar ailesinin özellikle kayırıldığı iddiaları da gerçeklerle pek uyuşmuyor. Bir defa, Bayraktar pek kredi kullanmamış bir şirket. İkincisi, şirketin geçmişi daha eskilere gidiyor. Bazı emekli veya eski askerlerin de yakın ilgi gösterdiği ve destek verdiği biliniyor. Üçüncüsü, onların ürettikleri İHA ve SİHA’ların benzerlerini başka şirketler de üretiyor. Dördüncüsü Bayraktar ailesi (BAYKAR) satışlarını daha ziyade yurt dışına yapıyor.
Bu çerçevede dile getirilen bir diğer nokta silah sanayisinde Türkiye’de piyasa ekonomisinin kurallarının pek ya da yeterince işletilmediği ve devletin ana aktör veya belirleyici olduğu. Bu görüşte ve değerlendirmede bir haklılık payı bulunduğu görmezden gelinemez. Ne var ki, sadece Türkiye’nin silah sanayisinde değil hemen hemen tüm dünyada benzer bir durum var. Mesela ABD’de. Dünyanın en büyük silah üreticisi ve en büyük silah müşterisi olan ABD’de şirketler özel ama sektördeki ana belirleyici -hem alımlarıyla hem de özel siparişleriyle- Amerikan devleti. Dahası da var. Amerikan devleti silahların diğer mallar gibi piyasada serbestçe satılmasına da izin vermiyor. Hangi ülkeye hangi silahların satılabileceği kamu otoritesi tarafından belirleniyor. Türkiye’de de aşağı yukarı aynı durum söz konusu. Belki de ana fark ülkemizde hem kamu şirketlerinin hem de özel şirketlerin bu alanda çalışıyor olması. Ama ana müşteri devlet ve devlet elbette bu silahların dünya ölçeğinde satışında da söz sahibi.
Türkiye bütün silahlarını yerli imkân ve kabiliyetlerle üretme yolunda azim ve kararlılıkla ilerlemeli. Türkiye’yi seven herkes de bu çabayı takdir etmeli ve desteklemeli.
(*) https://www.yenisafak.com/yazarlar/atilla-yayla/cumhurbakani-ile-neler-konutuk-2007259
Atilla Yayla'nın önceki yazıları...