Hayatımız kurallarla dolu. Nereye baksanız bizi ikaz ettiği gibi, yönlendiren kurallarla karşılaşırız. Spordan tutun da trafik, iş hayatı, sosyal yaşam hepsini içine alıyor. Bugün sözü Türk musikisinden açalım dedim. Müzik olmasa yaşamın zaten tadı yok. Ölünce bile duruma göre bando ile gönderdiklerimiz olmuyor mu? Şehit anaları gözyaşı dökerken o meşhur ölüm marşı bile kurallar eşliğinde çalıyor... Düğün dernek müzikli oluyor. Ancak hepsinde bir akort, düzen ve usul var. Konuyu bakın nerelere taşıyacağım. Futbol dâhil tüm spor müsabakalarında oyunu kuralına göre oynatacağımızı düşünürsek... Taç atışı yapıyorsun ve "Aman boş ver tek elle daha ileriye atıyorum" diyebilir misin? Kurala uymak zorundasın. Yüzmede kelebek yüzerken, "Olmadı kurbağalama ile devam edeceğim" diyebilir misin? Koskocaman "hayır" ve kafana göre de kural uyduramazsın. Şimdi sıkı tutunun inecek var... "Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç..." Bu satırlar bizlere hiç de yabancı gelmiyor. Yahya Kemal Beyatlı'nın rahmetli Münir Nureddin Selçuk tarafından, segâh makamında, düyek usulde bestelenen unutulmaz eseri. Bu besteyi dikkat ederseniz her önüne gelen okumaz veya okuyamaz. Daha doğrusu icra edemez. Gırtlağın paralanırcasına bağıramazsın, küçük dilin gözükene kadar ağzını ayıramazsın... Münir Nureddin'in yazdığı notaların dışına çıkamazsın, gazel atar gibi kendi kafandan nağmeler uyduramazsın. Ve kuralları, usulü, musiki adabını çiğneyerek hiçbir katkıda bulunamazsın. Çok mükemmel söylediğini zannederek, Hikmet Münir Ebcioğlu'nun rahmetli bestekâr Selahattin İnal tarafından bestelenen hüzzam makamındaki "Sesimde şarkısı aşkın figan olup gidiyor" eseri maalesef figan değil, harabe olup gitti. Ve bu güzel eserlerin arasında ve sonunda kimsenin "ALLAH-Ü EKBER" diye çığlık atmasına müsaade vermem. O kılık kıyafetinle yüce ALLAH'IN adını anmak bile inandırıcı gelmez... Oturmanın, kalkmanın, şarkı söylemenin kuralları vardır. Rahmetli bestekârların kemikleri sızladı. Timur Selçuk sen nasıl müsaade ediyorsun bir türlü anlam veremedim doğrusu... Yıllar önce mesleğe yeni başladığımızda rahmetli İslam Çupi Ağabeyimiz yazdığımız yazıları okur ve olur verirdi. Çok defa ilk satırı okuyup sayfayı yırtar ve "Olmamış yeniden yaz" derdi. Beğenmez ve yine yırtardı. Beğenene kadar bu böyle devam ederdi. "Yazı nasıl yazılır, okuyucuya hitap etmenin kuralları vardır" diyerek kural öğretirdi. Nur içinde yat Çupi iyi ki yırtmışsın... Süper Lig'in ara vermesinden istifade biraz müzik dinleyelim dedik ekran başına geçtik. Kendini "Diva" zanneden zatı muhteremin (!) kim olduğunu çoktan anlamışsınızdır. Hani bu işten biraz olsun anlamasam bu satırları yazmazdım. Bağışlayın. Ah Orhan Gencebay ah!.. Sus, sus, sus, kimseler duymasın...