Sosyal medyadaki izansız, vicdansız linç kültüründen, uzun süredir medyada pek görünmeyen Dilek Sabancı da nasibini aldı.
Sabancı, Avusturya’da yayınlanan ve her sene oylama ile dünyanın yardımseverlerini seçen "Sheconomy" isimli derginin "rol model insan" ödülüne aday gösterilmiş.
Bu vesileyle Sputnik'e konuk olmuş. Laf lafı açmış. Meliha Okur'un "Bir insanın rahat yaşayabilmesi için ne kadar para gerekli?" sorusuna "İnsanın iyi bir evi, arabası, rahat yaşayabileceği bir parası olması lazım ama bu para bana göre milyar dolarlar değil. Kişiden kişiye değişir. Bazı insanlara 1-2 milyon dolar da yetebilir. 50 ila 100 milyon dolarınız olsa rahat rahat yaşarsınız" demiş. Acayip linç edildi. Bunun üzerine yanlış anlaşıldığını belirterek özür diledi.
Dilek Sabancı röportajda tam tersini söyledi. Çok kıymetli cümleler kurdu. Dedi ki:
- Verebilmek, paylaşabilmek, Allah size verdiyse çok büyük bir nimet. Herkes onu yapamıyor. Paylaştıkça Allah daha fazla veriyor.
***
Yani, biraz insaflı olmak lazım.
Kaldı ki "50 milyon dolar" dese n'olur?
Sabancı Türkiye'nin en zengin iki ailesinden birinin kızı. Hayat standardı belli.
Bir süredir enflasyonla yatıp kalkıyoruz.
Muhalefet verip veriştiriyor, muhalif basın resmî rakamları sorguluyor. Alternatif raporlara itibar ediliyor.
Peki millette hiç mi kabahat yok?
Ukrayna ile savaşa tutuşan, akabinde dünyanın ambargosuyla karşılaşan Rusya'da yıllık enflasyon yüzde 12 geldi. Bizde ise yüzde 64.
Arjantin'den sonra enflasyonda en kötüler listesinde ikinci sıradayız.
Savaşan Rusya, piyasaları altüst olan Türkiye. Ne hazin bir tablo!
Geçenlerde elime bir kitap geçti. İkinci Dünya Harbi yıllarını anlatıyordu.
1939'dan 1945'e kadar savaşın sürdüğü senelerde Türkiye, savaşan ve savaşmayan ülkeler arasında enflasyonda birinci olmuş. Dört yıllık toplam fiyat artışı yüzde 363'e çıkmış. Bazı ürünlerde artış yüzde 1000'i bulmuş.
Türkiye'de dörde katlayan enflasyon, aynı dönemde birbiriyle savaşan ülkelerden İngiltere'de yüzde 60, Almanya'da yüzde 10 olmuş.
Bir imparatorluğu kaybetmenin travması mı, savaş yıllarının acı tecrübesi mi, yoksa daha çok kazanma hırsının tetiklediği ahlâki çöküntü mü... Nedir bu milleti içten içe yiyip bitiren telaşın sebebi? Bilmiyorum...
Hafazanallah, Türkiye savaşa tutuşsa düşmana hacet kalmayacak.
Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur deriz ya...
Türk'ün Türk'ten başka düşmanı da yok!
Altılı Masa'nın dokuz saatlik onuncu toplantısından kayda değer bir sonuç çıkmadı.
Gazeteciler, liderlerin ıslak imzalı ortak bildirisinden haber değeri taşıyacak satırlar aradı.
Benim ise dikkatimi çeken, zirve öncesinde partilerin sosyal medya hesabından peş peşe servis ettiği "cesaret zamanı" başlığıyla yayınlanan ortak videoydu.
Siyasal iletişimde mesaj her şeydir.
Cesaret, 'korku'nun olduğu yerde vardır.
'Masa'nın bilinçaltında 'korku' yatıyor!
O mesajdan bu anlaşılıyor.
Oktay Ekşi, Hürriyet'te başyazardı.
Köşesinde hükûmete aleni küfrettiği için kovuldu. Yıllardır sesi çıkmıyordu. Ununu eledi, eleğini duvara astı diye biliyorduk.
Cumhuriyet gazetesi kendisini yazar kadrosuna kattı. Ekşi, 91 yaşında.
Patronu Alev Coşkun 88, sütun komşuları Erdal Ataberk 93, Özdemir İnce 87, Emre Kongar 81, Müjdat Gezen 80, Orhan Bursalı 76, Işıl Özgentürk 75, Ahmet Tan 74, Mine Kırıkkanat 72 yaşında...
İhtiyarlar eleştirimi mazur görsün ama Cumhuriyet de 'Ölü Ozanlar Derneği'ne döndü...
Dün ajanstan bir haber geldi. Başlık şöyleydi: Rize'de kar yağışı hayatı olumsuz etkiliyor!
Oysa batıdaki illerimiz dört gözle o yağışı bekliyor. Barajlar kurudu. Sarıkamış yürüyüşü kar değil kuru toprak üstünde yapıldı.
Asıl "olumsuz hava" kuraklık tehlikesi varken kışın ortasında havanın güneşli seyretmesi değil midir?
Kar haberi verirken "beyaz esaret, kış kâbusu, kar çilesi, yağış felaketi" gibi ifadeler kullanmak büyük nankörlük.
Biz gazete olarak dilimize özen gösteriyoruz, Allah'ın rahmetini kâbus gibi vermiyoruz.
Dilerim refiklerimiz de dikkat eder. Zira su yoksa hayat da yok...