Halep oradaysa arşın burada...

A -
A +

Etrafımız hiç olmadığı kadar hareketli. Kuzeyde Rusya-Ukrayna savaşı sürüyor. Güneyde İsrail'in vahşeti malum. Bu arada Suriye'de savaş yeniden kızıştı. Muhalifler bir günde Halep'i aldı. Ortalık toz duman.

 

Türkiye, bu işin içinde olmadığını bildirdi. ABD bölgeyi boşaltmayı düşünüyor. Rusya kendi derdiyle boğuşuyor. İsrail sinsi sinsi çalışıyor. Muamma ortamında gün yüzüne çıkmış bir gerçek var: Suriye'yi arka bahçesi hâline getiren, Şii hilali uğruna oluk oluk Müslüman kanı akıtan İran, fena panik hâlinde.

 

Böylesi havalarda niyetler de açığa çıkıyor. Halep, içimizdeki İrancıları deşifre etti. Tahran'ın sözcüsü gibi açıklama yapanlar, yazanlar oldu. Ne korkunç!

 

Suriye'de iç savaşın başladığı dönemde daha sonra CHP genel başkan yardımcılığı da yapan bir siyasetçi "İran Türkiye karşı karşıya gelirse, Türkiye'ye karşı, İran safında olurum" demişti. Bir başka CHP'li vekil "Sınırımızda bir başkası olacağına PYD olsun hiçbir sakıncası yok" açıklamasını yapmıştı. Ekranlarda sık sık boy gösteren bir amiral eskisi de "Sınırımızda radikal İslamcı olacağına, federal bir Kürt devleti olsa daha iyi" demiş, bir de "Laik yapısını da zaten biliyoruz PYD'nin" diye övmüştü. Bunlar "Türk evladının bakış açısı" olabilir mi? Ekranlara, yazılanlara bakıyoruz, hâlâ mesele ideolojik kısır bakış açılarıyla yorumlanıyor.

 

"Osmanlı Arşivleri"nin emektarlarından kıymetli dost Süreyya Sağlamçubukçu'nun öncülüğünde bir grup uzman, "Osmanlı Belgelerinde Halep" diye önemli bir kitap yazmışlardı. (Arzu edenler Türk Dünyası Belediyeler Birliği'nin sitesinden okuyabilirler.) 250 binin üzerinde belge taraması yapmışlar, 400 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalan Halep'le ilgili kayıtları ortaya çıkarmışlardı. Mekke'nin sıfatı Mükerreme, Medine'nin Münevvere, Kudüs ve Şam'ın 'Şerif'tir. Halep'in sıfatı da parlak anlamına gelen 'Şehbâ' imiş. Haleb-i şehbâ… Halep, kaderini Anadolu'dan ayrı görmemiş, işgalcilere isyan cemiyeti kurmuş, Kuvvâ-yı Milliye'ye destek vermişler. Devrin önde gelen gazetecileri Kuvvâ-yı Millîye teşkilatına girmişler. Güney bölgesindeki Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin merkezi de Halep’miş. Bu yüzdendir de Halep Misak-ı Millî sınırları içindedir... İstiklal Savaşımızda Halep çok şehitler verdi. Halep Türkmen şehri idi. Baas döneminde demografik yapıyla oynandı. Yer isimleri değiştirildi, geçmişle irtibat unutturulmaya çalışıldı. Halep, Halep'in öz evlatlarınındır. Halep, Acem'in değil Türk'ün meselesidir...

 

 

Radikal savaşları!

 

 

Medyada hareketli günlerden geçiyoruz. Sözcü'den ayrılanların gazete ve televizyon kurduğunu yazmıştım. Adı "Nefes" olacakmış. Prova baskılarını paylaştılar sosyal medyada. Logosu, tasarımı, tarzıyla Sözcü'nün tıpatıp aynısı. Bakalım kim galip çıkacak.

 

Radikal, eski bir dönemin etkili gazetelerindendi. Ebat olarak küçüldü, tutmadı, tiraj kaybetti. FETÖ'cülerin ele geçirmesiyle, onların operasyon aygıtlarından biri oldu. 17-25 Aralık'tan bir süre sonra dijital gazeteye dönüştü. 15 Temmuz'dan dört ay önce fişini çekip tamamen kapattılar. Radikal, esasında iyi bir marka idi. 'Leke'lendi. Aydın Doğan daha fazla taşıyamadı. İsim hakkının Doğan'da kaldığı söyleniyordu. Önceki hafta Yeniçağ yazarı Yavuz Selim Demirağ öncülüğünde bir grubun isim hakkını satın aldığı Radikal'i ocak ayında televizyonuyla birlikte yeniden hayata geçireceği yönünde haberler çıktı. (Ülkücülerden yediği dayaklarla bilinen 'milliyetçi' Demirağ, son seçimde cumhurbaşkanı adayı çıkarmadığı için HDP'yi vatansever ilan etmişti.) Radikal, eski tüfek solcuların arz-ı endam ettiği bir gazeteydi. "Radikal sol'dan Radikal sağ'a geçiş" diye esprisini yaptık dostlarla. Haberlerin ardından aceleyle Radikal'ın internet portali açıldı. Künyede sahibi Hürriyet Gazetecilik yazıyor. Bir vakitler 'Tercüman' savaşı yaşanmıştı basında. Nazlı Ilıcak ile Karamehmet aynı isimle gazete çıkarmıştı. Sonra ikisi de tarih oldu...

 

 

Gündelikçi yazar

 

 

"Yenidoğan Çetesi" sanıklarından Mustafa Kemal Zengin tehdit ettiği savcıya ne diyordu: "Benimle fotoğraf çekip paylaş sana hiç kimse dokunamaz."

 

Sosyal medya böyle tiplerle kaynıyor. Birileri 'kudretli' kişilerle çektirdikleri fotoğrafla her türlü fırıldağı çeviriyor.

 

Ahmet Ümit diye bir polisiye yazarı var. Son romanında iki polis memurunun konuştururken şöyle yazmış:

 

"Ne liyakati Başkomiserim ya? Kusura bakmayın ama liyakatsizlik lafı hafif kalıyor. Şu eski bakanı hatırlasanıza. Adamın her gün bir suçluyla fotoğrafı çıkıyordu. Mafya üyeleri, uyuşturucu baronları, milletin parasını dolandıranlar. Hepsi bakanla yan yana, hepsi bakanla kol kola, hepsi aynı karede. Sonra biz, yani geleceği amirinin iki dudağının arasında olanlar bu karanlık herifleri enseleyince, anında siyasiler giriyor devreye. Peki nasıl başa çıkacağız bu alçaklarla? Nasıl yakalayacağız bu adamları?"

 

Paragrafta hangi bakanı kastettiğini tahmin etmişsinizdir. Kitap değil, politika bülteni. Ahmet Ümit "gündelikçi"nin teki. Birilerinin oluşturduğu algıları kitabına koymuş.

 

 

 

Fatih Selek'in önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Yalınız Efe 2 Aralık 2024 09:31

Eshabı kirâm düşmanı Şi'îler, yahudi kafirlerden daha çok mazlum müslüman öldürmüş. Bidat ehlinin kâfirlerden daha zararlı olduğu şimdi daha iyi anlaşıldı.