Dijital platformların birinde üç dört yıl önce "Şahsiyet" isimli bir dizi yayınlanmıştı.
Başrolünde Haluk Bilginer'in oynadığı dizi, ünlü oyuncuya Emmy ödülünü kazandırmıştı.
Hikâye 'Kambura' isimli bir kasabada geçiyor. Kasabada Reyhan isminde 12 yaşında küçük bir kız çocuğu iki yıl boyunca cinsel istismara uğrar. Failler arasında kimler yoktur ki. Hâkimi, öğretmeni, hırsızı, polisi, okumuşu, cahili, zengini, yoksulu. Tam 53 kişi. Kız sonunda canına kıyar. Herkes her şeyi biliyordur ama kimse konuşmaz. Dosya kapatılır.
Adliye kâtibi Agah Beyoğlu, bir gün küçük kızın günlüklerini bulur. Yazılanlar karşısında dehşete kapılır. Belgeyi savcıya vermek ister ama günlükte savcının da adı vardır. Korkar, hiçbir şey yapamaz. "Ben kimim ki. Ezer geçerler. Zaten kız da gitmiş versen ne olur" der kendi kendine. Kızı pazarlayanın köyün yardımıyla okuyan genç olduğunu öğrenir. Köye 'borcunu ödeyen' o genç ileride nüfuzlu bir adam hâline gelecektir. Agah'ın tayini çıkar, Kambura'ya veda eder ama kızı hiç unutmaz. Harekete de geçmez. Taa ki Alzheimer olduğunu, bütün geçmişi unutacağını öğrendiği güne kadar. Adliye kâtibi Agah, 22 yıl sonra, kendi adaletinin peşinde profesyonel, seri bir katile dönüşür...
Türkiye haftalardır "Diyarbakır'ın Kambura'sı"nı, Tavşantepe köyünü konuşuyor. 8 yaşında Narin isimli bir kız çocuğu kayboldu. 19 gün sonra su kenarında cesedi bulundu. Cinayet Türkiye'nin bir numaralı mevzusu oldu.
Her gün yeni bir bilgiyle sarsılıyor, birbirine girmiş girift ilişkileri, nüfuzlu şahısları, günahı örtme çabalarını, hayretler içinde gerilim filmi izler gibi izliyoruz. Şahsiyet dizisinin senaristleri böyle bir hikâyeyi hayal bile edemezlerdi.
Sosyal çürümüşlük, adaletin zayıflaması, kültürel kodların baskısı, sosyal medya cıvıklığı, kutuplaşmanın neticesi... Sebep ne olursa olsun musallaya yatırılan masum bedenden pay kapma yarışı ülke adına endişe verici.
Birileri köydeki seçim sonuçları üzerinden hüküm çıkarmaya kalktı.
Bir başkası, alakasız görüntülerle köye Hizbullahçı yaftası yapıştırdı.
Haber bültenleri sabah kuşağı programlarına dönüştü.
Bir televizyon kanalı, Narin haberini verirken arka fona ağıt koyarak ajite etti.
Bir kadın muhabir, haberi sunarken 'ben de anneyim' diyerek ağladı.
Bir televizyon kanalı "aydınlığa burs yak" diyerek kızlar için para topladı.
Bir ana haber sunucusu Narin haberinden dolayı kızdığı milletvekiline "Pişkin, yüzsüz, ahlâksız, utanma kalmamış" hakaretlerini etti.
Başka bir ana haber sunucusu bir bakana atfedilen ama asılsız olan "Bir kereden bir şey olmaz" yalanını duygu sömürüsüne sos yaptı.
Bir sabah programında tartışmacılar güya tepki için çığlık attı.
Tehdide boyun eğmedi diye kahraman ilan edilen muhabirin subjektif anlatımı evlere şenlikti.
Maalesef Narin vakasında çok rezilce, sefilce bütün meslek kriterlerini yerle bir edercesine yayınlar yapıldı. Olay romantize edildi. Yayın yasağına rağmen şüphelilerin ifadesi gazeteci süzgecinden geçmedi. İzletmek, tıklatmak ve geri kalmamak için meslek, sosyal medya diline mahkûm edildi. Tek kelimeyle esef verici...
Türkiye'nin BRICS'e (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) katılmak için müracaatta bulunduğunu ilk Amerika'nın Bloomberg kanalı duyurdu.
Türkiye'nin Hint Okyanusunda uzun menzilli füze denemeleri için Somali'de füze test sahası ve uzay üssü kurmaya çalıştığını da yine Bloomberg yazdı.
Batı Şeria'da siyonist askerlerinin kurşunlarıyla öldürülen Ayşenur Ezgi Eygi'nin katillerini 13 görgü şahidini dinleyip, 50'den fazla video ve fotoğrafı analiz ederek ortaya koyan kimdi biliyor musunuz? Amerikan Washington Post gazetesi.
Türk medyası memleketi holiganca kısır, basit, adi gündemlerle meşgul ederken ülkeyi ilgilendiren tarihî adımları duyurmak el âleme kalıyor!
yüreğinize sağlık olsun