Numan Aydoğan Ünal
İhlas Vakfı Türk Dünyası Koordinatörü
620 yıllık muhteşem Osmanlı tarihinde en büyük facia, İttihat ve Terakki’nin Birinci Dünya Harbi’ne devleti sokmasıdır. Bu harp neticesinde Osmanlı Devleti parçalandı; binlerce asker yaralandı, açlıktan, hastalıktan, soğuktan, sıcaktan şehit oldu. On binlercesi de esir düştü. Ruslar Doğu cephesinden esir aldıkları Osmanlı asker ve sivillerini önce Hazar Denizi’ndeki Nargin (Yılanlı) Adası’na, oradan da Sibirya’nın en ücra yerlerindeki kamplara dağıttılar.
İngilizler ise esir aldıkları Osmanlı askerlerinin bir kısmını Mısır, Irak, Kıbrıs ve günümüzde vergi kaçakçılığı polemiğiyle gündeme gelen Man Adası’na; on iki bin esiri de Uzak Doğu’da Myanmar’a (Birmanya); diğerlerini de Hindistan’daki çeşitli kamplara götürdüler. Bugün Müslümanların, çok zulüm, işkence gördüğü Arakan da Myanmar’da bir şehirdir.
Uzak Doğu’daki esir Türklerin mezarlarını Türkiye’den ilk ziyaret edenlerden biri kıymetli sanat tarihçilerimizden Dr. Emel Esin’dir. Dr. Esin, 1964 yılında kocası Seyfullah Esin, Türkiye’nin Hindistan büyükelçisi iken, Osmanlı şehitlerinin mezarını bulmak ve ziyaret etmek için Myanmar’a (Birmanya) gittiler. Myanmar hükûmet yetkilileri mezarların doğru-dürüst yerini bilmedikleri gibi şehitlik ve abide yapılmasına da taraftar değillerdi.
Dr. Emel Esin diyor ki: “O zaman, Rangoon Müslümanları, imdada yetiştiler. Görüştüğümüz Birman Müslümanlarından öğrendiğimize göre, 1916 yılında Rangoon'a getirilen Türk esirleri muhtelif kamplara yerleştirilmiş. Başlıca kamp, Mandalay'ın yakınında Meiktila'da bulunuyordu. Burası, Onyedinci yüzyıldan beri Müslümanlarla meskûn bir yerdi. 1909 yılında Bengalli Müslümanlardan müteşekkil Doksanbirinci İngiliz Alayı için Meiktila kasabası güneyinde, bir de cami yapılmıştı. Bine yakın şehidimiz bu câminin yanında medfûndur.
Meiktila'nın ve Mandalay'ın kuzeyinde, Kaçin eyaletinde bir diğer eski Müslüman ili olan Schwebo'da 100 kadar şehit varmış.
Meiktila’nın güneyinde, Irrawady Nehri üstünde, Thayetmgo şehrinin kuzey batısında, Borstal Enstitüsü Çarşısı yanında bulunan bu kamptan bazı Türk esirleri kaçabilmiş. Müslüman aileler onları saklamış. Hatta Türk esirlerinden birkaçı Birman hanımlarla evlenmişler. O havalide yaşayan torunları bazen açık renk gözlü imiş.
Güney Şan vilâyeti bölgesinde, Heho'ya 18 mil mesafede, Aungban kasabasında, Kalao-Thoyi Heho demir yolunu inşa ile vazifeli yirmi kadar Türk mühendis ölerek oraya defnolunmuş. Türk esirlerine, Thazi-Schwen yaung demir yolu ve şoseler ile kanallar da inşa ettirilmiş. Türklere, mühendislikten gayri, ağır işler de gördürülmüş, Meiktilalı yaşlı bir zat olan Mustafa, alışmadıkları ağır işlerden avuçları kanayan Türk esirlerini hatırlıyordu.
Esaretten kaçtıkları için ceza olarak, ağır işlere çarptırılan ve mihnetten ölenlerden birinin mezarı Meitkila'nın 30 mil kadar güneyinde Kyaukse'dedir. Kyaukse Müslümanlarının anlattığına göre, üç Türk, Meiktila kampından kaçmışlar. Bir müddet, Cemal ve Biraderleri firmasının sahipleri olan Birmanyalı bir aile yanında Kyaukse'de saklanabilmişler, fakat İngilizler onları bulmuşlar. Esirlerden ikisinin akıbetinin ne olduğunu öğrenemedik. Üçüncüsü, Kyaukse civarındaki Sapaidun madeninde çalıştırılmış.
Kyaukse Müslümanları bu Türk’ün ismini hatırlayamadıkları veya bilmedikleri için, kendisinden "Efendi" diye bahsediyordu. "Efendi" bilhassa okumuş kimselere o devirde verilen lakaptı. "Efendi" maden işinin mihnetine dayanamamış ve 1915-1917 yılları arasında, tam hatırlanmayan bir tarihte, Kyaukse Hastanesinde ölmüş. İngiliz polisi, Efendi'nin naaşını Kyaukse Müslümanlarına vermiş ve onlar İslâm usulünde defnetmişler. Bize bunları anlatan ve mezara götüren, Kyaukse İslam Mektebi eski müdürlerinden Saya Mahmood, “Efendi”nin naaşını yıkayan Hacı Yunus adlı merhumun oğlu idi.
Türklerin ölümüne bir sebep de Birmanya'nın tropikal ikliminde o devirde salgın olan dizanteri ve malarya gibi hastalıklar olduğunu söylediler. Birkaç Türk de, tayın (ekmek) ile doymayıp, makine yağı yiyerek zehirlenmişti.
Bir şubat sabahı, fahrî konsolosumuzun torunu Davud Ahmed Ginwalla, Seyfullah ve ben, uçak ile Rangoon'un 600 km kadar kuzeyinde Mandalay’a gittik. Bir taksi kiralayarak Mandalay'ın 130 km kadar güneyinde ve takriben 21 enlem ve 96 boylam derecelerindeki Meiktila'ya ulaştık.
Orada, Müslüman mezarlıklarını bir müddet araştırdıktan sonra Meiktila kasabasının güneyinde Bengal alayının Hind Timuroğullarının üslubunda olan câmiini bulabildik... Câminin önünde, iki yüz kadar Meiktilalı Müslüman, geleceğimizi duyarak, beklemekte idi. Başlarında, şehitlerin Meiktila'da geçirdiği yılları hatırlayan yaşlı Mustafa ve hayırsever müteahhit Ahmet duruyordu.
Meiktila Müslümanları şehitliğin bakımını 1920’den 1944 yılına kadar ifa etmiş ve bu vefakâr kimseler, aralarında vazife taksimi yapmışlar. Ahmed gibi zenginler masraf etmiş, gençler elleriyle çalışmış. 1922 yılında şehitliğe bir duvar yapmışlar. Ancak 1944 yılında, İngilizler ile Japonlar arasında cereyan eden muharebelerde, Japonlar şehitliğimizde siperler kazmış, mezar taşlarını setler yapmak için ve civardaki hava alanı inşaatında kullanmışlar. Kalan taşlar da Müslüman olmayan köylüler tarafından çalınıyormuş. Câminin imamı ve Mustafa, gençlerin yardımı ile bazı taşları cami avlusuna aldırmış.
Şehitlik hazîn bir manzara arz ediyordu. Çorak bir arazîde, ekserisi devrilmiş, dikenler ve çalılar altına gömülmüş, çoğu kırık, çimentodan mezar taşları yatıyordu. Her taş, bir kaide üzerine tespit edilmiş takrîben 40 cm çapında, çimentodan birer toparlak teşkil ediyordu. Toparlağın en üstünde, bir âyetten mülhem olan (Furkân sûresi, 58. âyet-i kerîme meâli) ve Anadolu Türk mezarlarında çok rastlanan şu ibare vardı: “O yaşar ve ölümsüz olan O'dur.”
Hattat, şüphesiz ki Türk’tü. İngilizce yazıları ise, Türkçe bilmeyen biri, muhtemelen bir yerli Müslüman yazmış. Âyetin altında, solda Türkçe, sağda İngilizce olarak, yukarıdan aşağıya, şehidin numarası, rütbesi, alayı, tabur numarası ve mîlâdî târih ile ölüm günü yazılmıştı. Kaide üzerinde de, şehidin doğum yeri ve bir numara daha vardı…
Birmanyalı imam, Fetih Suresini okumaya başlayınca, 50 yıl [şimdi 90 yıl] evvel Türk kasabalarından, köylerinden, bu askerler yola çıkarken okunan Fetih Sûresinin uzak aksini sanki duyduk ve gözyaşlarımızı tutamadık.”
***
Er Hasan Mustafa (Afyonkarahisar), Er Salih Mustafa (Trabzon), Er Tevfik Eyüp (Çubuk), Onbaşı Feyzi Hüseyin (Burgaz), Er Hasan Mehmet (Adana), Er Mehmet Ali (Muğla), Er Mehmet Mustafa (Bursa), Onbaşı Tevfik Halit (Kastamonu), Çavuş İbrahim Osman (İzmir), Er Mustafa Salih (Beypazarı), Er Mustafa Hüseyin (Isparta), Onbaşı Bekir Süleyman (Malatya), Er Mehmet Halil (Erzurum), Er İsmail Durmuş (Konya)…
Anadolu’da hiçbir aile yoktur ki bir veya birkaç evladını 1. Cihan Savaşı’nda şehit vermemiş olsun. Şu hususu da üzülerek ifade edelim ki; Türk tarihinin en hazin sayfalarından olan bugünkü sınırlarımızın dışındaki pek çok ülkeye götürülen ve oralarda şehit olan askerlerimizle ilgili yeterli çalışma ve araştırma yapılmadı.
Esaretten 5-10 sene sonra kaçarak evine, yurduna pek az asker dönebildi. Esirlerle mektuplaşmak, haber almak da çok zordu.
Hindistan’da esaretteki Türk Subayı Binbaşı Nazım Efendi, Halep’teki ailesine ulaşabilen mektubunda diyor ki:
“Sevgili zevcem ve kerimelerim hanımlar;
Endişem ve zihnimi meşgul eden, daima sizsiniz ve ne hâlde olduğunuzdur. Paranız var mıdır, maaşınız nasıldır? İdareniz ne yoldadır? Mektebe ve namaza devamınızı terk etmeyiniz. Duadan geri kalmayınız. Allah cümlemizin hâmisidir. Gözlerinizden öper, sizi Allah’ın avn-i inayetine terk ederim. Şimdilik benim vazifem sadece duadır.
Pederiniz
Hindistan’da Bellari’de, Osmanlı Esir Karargâhında 5401 numaralı Binbaşı Nazım Efendi tarafından”