Dr. Mehmet Can
Türkistan’da 19. asırda Ceditçilik adı altında bir dinde reform hareketi başladı. Ancak ulemadan birçok isim, geleneklerin ve dinin değiştirilmesini hoş karşılamayıp reform faaliyetlerinden rahatsızlık duyuyor, yapılanların dine aykırı olduğunu söylüyorlardı. Rus hükûmeti ise Müslüman okullarındaki bu gelişmeleri yakinen takip ediyordu.
İsmail Gaspıralı’nın eğitim için başlatmış olduğu söylenen reform hareketi, Mercani ve diğer din adamları tarafından farklı yönde kendini göstermeye başladı!
Mercani’nin yanı sıra: Âlimcan Barudî, Rızaeddin bin Fahreddin, Musa Cârullah gibi reformistler de vardı.
Savaşın ve işgallerin milletlerde bıraktığı acılar, insanların iktisadi ve siyasi hayatında meydana getirdiği değişiklikler herkesin malumudur. Filhakika o hadiselerden ibret alıp ona göre hâl çareleri aramak kaçınılmazdır. Çarlık Rusya rejimi esareti altına bulunan Türkistan Türkleri de geçen asırda çok büyük siyasi baskılar altında kaldı. Çar’ın ihtirasları halk üzerinde kendini gösterdi. Zira Rus sömürgeciliğinin ana hedefleri arasında Türkistan Türklerini Rus potasında eriterek Batı kültürü ile tanışmalarını sağlamak geliyordu(!)
O dönemde Türkistan dünya medeniyetleri arasında önemli bir yere sahipti. Bilhassa Maveraünnehr bölgesi olarak bilinen; günümüzde Özbekistan’ın tarihî şehri olan Semerkand, dillere destan güzelliklerin merkezi durumundaydı. Zira bu belde Mekke ve Medine-i Mükerreme, Kudüs, Şam-ı Şerif, Buhara, Tebriz, Kaşgar gibi o devirde ilim merkezi olan yerlerle yarışıyordu. Semerkand için “Semerkand saykal-ı rûy-i zemîn est, Buhara kuvvet-i İslâm-ı dîn est” yani “Semerkand yeryüzünün cilâsıdır, Buhârâ İslâm dininin kuvvetidir” denilirdi.
XIII. asrın başında Moğolistan’da Cengiz Han liderliğinde çok güçlü bir devlet ortaya çıktı. Cengiz’in orduları Türkistan’a hücum edip Buhara, Semerkand ve Merv gibi tarihî Türk beldelerini vahşice ele geçirdi. Bunlarla iktifa etmeyip; Sibirya, Çin, Kafkasya, Kırım, İdil-Ural, Bulgaristan, İran ve Irak gibi ülkeleri de istila etti. Moğol askerleri yüz binlerce masum insanı katletti, pek çok şehir ve kasabayı harabeye çevirdi. Bundan maalesef Türkistan coğrafyası da payını aldı. O devri, asrın büyük âlimi İbni el-Esir özetle şöyle ifade ediyor:
“Gece ile gündüz misali, benzeri görülmemiş, her tarafı bilhassa Müslümanların meydana getirdiği güzellikleri kuşatan, talan eden büyük bir felaket oldu. Allah’ın insanı yaratmasından bugüne kadar dünya böyle bir felaket görmemiştir…”
Bilhassa Emîr Timur’un ortaya çıkmasıyla Türkistan coğrafyası yeniden merkezî bir konuma geldi. XIV. asrın sonu ve XV. yüzyıl, Türkistan için parlak bir dönem oldu. Başşehir olarak seçilen Semerkand’dan dünyanın pek çok yerine ilim talebeleri gönderildi, bütün insanlığa faydalı nesiller yetiştirildi.
XVI. asrın başından itibaren Türkistan’ın iktisadi, siyasi ve kültür hayatında gerilemeler başladı. O zamana kadar dünyanın en önemli ticaret yollarının geçtiği bölgedeki iktisadi canlılık giderek azaldı. Timur devletinden sonra Türkistan’da büyük bir imparatorluk kurulmadı; bunun yerini hanlıklar aldı. Bunlardan hiçbiri büyük bir devlet gücü oluşturamadığından bölgede siyasi bir istikrar sağlanamadı. Sosyal ve kültürel bakımdan çöküşe doğru gidildi. Bilim tarihinde önemli bir yere sahip olan Türkistan medreselerinde artık büyük âlimler yetişmiyordu.
XIV. asrın sonlarından başlayarak bu defa da Rus knezliklerin birleştirilmesi suretiyle merkezî hâle gelen bir Rus devleti kuruldu. Zamanın geçmesi ile sabık Altın Ordu Devleti’nin topraklarında Rus şehirleri, askerî birlikler, fabrikalar artmaya başladı. Rus devleti yerini sağlamlaştırdıktan sonra gözünü Türkistan’a dikti, onlara baş eğdirme teşebbüslerine başladı.
Rusya, Hanlıklara yapılacak seferler için Türkistan’ın kuzeyindeki harekât noktasını sağlamlaştırmaya gayret ediyordu. Türkistan’ın bozkır bölgesinde mevkilerin yapılmasına devam edildi. İki Rus harp gemisi Aral gölüne indirildi. Bu şekilde mümbit arazilerin olduğu Maveraünnehr bölgesine hâkim olacak, güvenli bir hat meydana getirecekti.
Rus idarecileri böylece Türkistan pazarlarına tamamen hâkim olmanın yanı sıra, İngiltere’nin o coğrafyadaki muhtemel bir nüfuzunu bertaraf etmek istiyordu. Zira I. Petro vasiyetnamesine şöyle yazıyordu: “Türkistan coğrafyasının yegâne varisi Çar’dır. Yeryüzünde hiçbir kuvvet bu mirasa hak iddia edilmesine mâni olamaz.”
Bu prensipler ışığında Rusya’nın Türkistan’a karşı farklı bir siyasi tutumu olmasını beklemek abesle iştigal olurdu. Zira Türkistan’ın boyunduruk altına alınması düşüncesi Rusların Kırım Harbi’ndeki mağlubiyeti ile bir müddet sekteye uğramışsa da bu düşünceden vazgeçtikleri manasına gelmiyordu. Zira I. Petro’nun yukarıda temas ettiğimiz vasiyetine yazdığı ülkü, Rusların Türkistan’a karşı besledikleri düşünce yapısının temelini teşkil ediyordu.
Ruslar ele geçirilen topraklardaki idari yapılanma Taşkent’in işgalinden hemen sonra netleşmeye başladı. İşgali takip eden 33 yıl içinde bölgede birçok idari değişiklikler yapıldı. 1867’de Sır Derya, Fergana ve Semireçye bölgelerinden oluşan ve başşehri Taşkent olan bir Türkistan Genel Valiliği kuruldu. Böylelikle, tarihte ilk defa Türkistan adını taşıyan bir siyasi birim oluşturulmuş oldu. 1885’te Semerkand bölgesi, 1898’de ise Hazar Ötesi (Türkmen ülkesi) buraya bağlandı.
İşgalden sonraki ilk dönemde Rus yetkililer Orta Asya’ya bir sömürge gözüyle baktılar. Bu yüzden fazla bir yatırım yapma lüzumu görmediler. Türkistan Genel Valisi General Kaufman, ilk başlarda Türkistanlıların geleneksel hayat tarzına müdahale etmedi. Mahallî halkı Rus yönetimine ısındırmak için onları rahatsız edecek teşebbüslerden sakındı; yerel halkın kendi iç yönetimine karışmadı. Rus Ortodoks misyonerlerinin (mesela İlminski’nin) burada misyoner faaliyetleri yürütme teşebbüslerini engelledi. “Biz Türkistan için Avrupa medeniyeti istiyoruz, Rus Ortodoksluğu değil” diyordu. (Wambéry 1906: 59)
Bunlar tamamen oyalamadan, vakit kazanmadan ibaretti. İlminski, Kaufman’a önceki tecrübelerini anlatarak mahallî dilde, Kiril harfleriyle eğitim vermek suretiyle Türkistanlılar arasında Hıristiyanlığı yaymak gerektiğini telkin etmeye çalıştı. Fakat Kaufman, misyoner faaliyetlerinin Müslümanları daha fazla birbirine yaklaştırmaktan başka bir işe yaramayacağını düşünüyor, Müslümanları Rus halkına ve devletine yabancılaştırmak istemiyordu. (Daha geniş malumat için bkz. Mehmet Can, Türk Birliğine Engel Alfabe ve Dil Meselemiz: BKY Yayınları)
Kaufman, valiliği sırasında kültürel faaliyetlere önem verdi. Onun emri ile yayınlanan Türkistan Vilayetinin Geziti Türkistan’ın ilk Türkçe gazetesi oldu. 1870’te Rusça olarak yayınlanan Turkestanskie Vedomosti gazetesinin Türkçe eki olan bu gazete, başlangıçta daha çok hükûmetin emir ve fermanlarını yayınladı. Yazı ve haberlerin birçoğu Rus gazetelerinden alınmaydı. Gazete, 1883’e kadar Kazanlı tercümanlardan Şahmerdan İbrahimov ve H. Çanişov idaresinde çıktı. Onların döneminde gazetede genel olarak resmî haberler yayınlandı. Bu tarihten 1917’ye kadar gazetenin idaresini meşhur Rus misyoneri ve Doğu bilimcisi N. P. Ostroumov yürüttü. Gazetede resmî haberlerin yanında edebî makalelere de yer verdi. Rusçadan tercümeler yaptırarak Türkistan’da Rus kültürünü yaymaya çalıştı.
N. İlminsky, Kazak aydın ve fikir adamı Ibıray Altınsarin ile yakın arkadaşlık kurarak ona; “Altınsarin’i okuma yazma bilmeyen bir köye göndermek lazım. Orada okul açması gerekir. Halk, (Arap alfabesini bırakıp), Kiril alfabesinin kabul edilmesinin Rusların işi olduğunu anlamamalıdır. Bu yüzden bu okulu sanki Altınsarin kendisi açmış gibi gözüksün ama Rus idareciler tarafından sürekli kontrol altında tutulsun, ancak bu çok gizli olmalıdır. Başlangıçta bu yeni sistemde sadece bir tane okul açılsın. O, Altınsarin’in okulu olsun. Sonra yeni sisteme göre eğitim almış olan talebeler, yurdun değişik yerlerinde okullar açsın. Bir taraftan Altınsarin’i de cömertçe ödüllendirmek lazım. Almatı’daki Hristiyanlığı kabul eden Kalmuklara bu dinin esasları Kazakça öğretilmelidir. O zaman onlar da Kazakların Hristiyanlığı kabul etmesine yardımcı olacaklardır” der.
İlminskiy’inin metoduna karşı Rusya'da mücadele edenlerin başında Gaspıralı İsmail Bey geliyor ve “Biz dili bir milletiz. Moskova bizi parçalıyor, Türklüğü bölmek, içimize nifak sokmak istiyor” diyordu.
Eğitimde Reform: Usul-ü Cedit Okulları
XIX. yüzyılda esas olarak Rusya yoluyla gelen Batı Avrupa tesirleri, Tatar uleması arasında iki farklı yönde kendisini hissettirdi. Bu tesirler bir taraftan, Tatar ulemasının kendi tarihlerine olan ilgilerini arttırırken, diğer yandan inanç ve değerlerini sorgulamalarına yol açtı. Toplumun okumuş kesimini oluşturan bu zümre içindeki arayışlar, coğrafi, siyasi ve iktisadi şartların da tesirleri altında kuvvetlenerek farklı bir zemin hazırladı.
İsmail Gaspıralı’nın eğitim için başlatmış olduğu söylenen reform hareketi, Mercani ve diğer ulemalar tarafından dinî yönde kendini göstermeye başladı. Bu akımın en ateşli temsilcisinin başında Şihâbüddin Mercanî geliyordu. (1818-1889). Kazanlı bir molla ailesinden gelen Mercanî, Buhara’da tahsil gördü. Mercanî, 11 yıl kadar Buhara’da kaldıktan sonra, büyük bir kervana katılarak asıl vatanına döndü. 25 sene kadar imam ve müderrislik görevini sürdürdükten sonra, 1876’da Rus hükûmeti tarafından açılan Tatar Muallim Mektebinde din dersi muallimi olarak ders verme teklifini kabul etti. Müslüman dünyasının geri kalış sebebini dinin yanlış yorumlanması olduğunu iddia eden Mercanî, Müslümanların yeniden ilerleme yoluna girebilmeleri için “selef” denilen ilk dönem Müslümanlarının inancını yakalamaları gerektiğini savunuyordu.
Mercânî, yüzyıllardan beri İslam dünyasında tartışılmaz bir yeri olan Buhara medreselerindeki eğitim sistemini, eğitiminin temelini oluşturan mantık ve kelâm derslerini ve hatta eski meşhur âlimleri acımasızca eleştiriyordu.
Mercani’nin yanı sıra: Âlimcan Barudî, Rızaeddin bin Fahreddin, Musa Cârullah gibi reformistler de vardı.
Ancak ulemadan birçok isim, geleneklerin ve dinin değiştirilmesini hoş karşılamayıp reform faaliyetlerinden rahatsızlık duyuyor, yapılanların dine aykırı olduğunu söylüyorlardı. Rus hükûmeti ise Müslüman okullarındaki bu gelişmeleri yakinen takip ediyordu.
Rusya Müslümanlarının yenilik arayışlarının organize olması XIX. yüzyılın son çeyreğinde Gaspıralı’nın Tercüman gazetesi ve usûl-i cedit mektepleri sebebiyle oldu. Ancak söz konusu dinî reformculardan farklı olarak, Gaspıralı “ıslah” veya “tecdit” peşinde değildi; Gaspıralı, İslam inancında saflığa gitme maksadı gütmüyor, toplumu düze çıkarmanın çarelerini dinî söylemin dışında arıyordu.
Birçok noktada ortak endişe ve fikirleri benimsemiş olsalar da, Ceditçi yazarlar arasında bazı görüş farklılıkları vardı. Bunun en bariz örneği, Gaspıralı ile Cârullah arasındaki yaklaşım farklarında görülür. Gaspıralı Rusya Müslümanları arasında birlik sağlanması gibi meselelere odaklanmıştı; İslam dininin incelikleri onun ilgisini çekmiyordu. Bu yüzden, tarihî ilahiyat konularını yeniden gündeme getirerek muhafazakâr Müslümanların tepkisini çeken Musa Cârullah’ı ikaz ediyordu. Cârullah ise meseleye farklı bir noktadan bakıyordu.
XIX. yüzyılın son çeyreğinde modernist eğilim ağırlık kazanırken, dinî reformculuk gerilemekteydi. 1906 senesinde reformcu ulemadan Âlimcan Barudî’nin medresesindeki Islahçı talebelerin isyanı, dünyevî bir yönelişin göstergesiydi; ıslah edilmiş bir medresenin talebeleri bir noktadan sonra bu ıslahı yeterli bulmayacaklardı...
Geniş Açı - Fikir ve tartışmada son yazılar...