Prof. Dr. Bedri Gencer
Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi
En eski fotoğraflarda Doğulu-Batılı bütün topluluklarda kadın ile erkeklerin başlarının örtülü olduğu görülür. Batı’da sanayi kapitalizminin doğuşuyla zirveye çıkan modernleşme ise kadının yuvasından ve örtüsünden çıkarılması, hürmetinin yok edilmesi demekti. “Ziynet” olan kadın, kapitalizmin hem üretim hem tüketimde kullandığı bir “meta”ya dönüştü.
Sekülerleşme, sonunda başörtüsünü atılacak bir bez parçası, yük hâline getirdi! Dijital ülkenin ayartıcı baskısı, geleneksel mahallenin ahlaki baskısının yerini aldı.
“İnandıkları gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanırlar” sözü, iman-amel münasebetini ifade eder.
Modernleşme ile ideoloji hikmetin, indî doğrular evrensel doğruların yerini aldı. Bunun sonucunda insanlığın yitirdiği fıtratı bulma imkânı kalmadı. Dolayısıyla insanın birinci tabiatı olarak fıtratın yeniden keşfi için merkezî bir konunun hikemî-yatay ile ideolojik-dikey perspektiflerden karşılaştırılması gerekir. Kadın, fıtratın yeniden keşfine yarayacak merkezî konu olarak alınabilir. Zira kadın, insan (Âdem) ile insanlık (Benî Âdem) arasında köprüdür. Toplumun temeli aile, ailenin temeli erkek ile kadının izdivacıdır. Tenasüle vesile olan cinsî münasebet mânâsına gelen cimâ’ ile cemaat, keza ümm (anne) ile ümmet kelimelerinin aynı kökten gelmesi tesadüf değildir.
Doğusuyla Batısıyla tüm kadim dünyada ortak “kadının saklanması” (women's seclusion) denen “kadının hürmeti” de kadın konusunun özü olarak alınabilir. Kadının ontolojik meziyeti, rahmet-hürmet münasebetinde ortaya çıkar. İnsan, “Suret-i Rahman” üzerine yaratılmıştır. Kadında insanın geliştiği rahim, rahmetten gelir, rahmet ise hürmet ile aynı üç harften (h+r+m) oluşur. “Haram, ihtiram, mahrem” kelimelerinin türediği “hürmet”in zıddı “şöhret”tir. Hürmet ile şöhret, kadının saklanması ile kadının sergilenmesi mânâsına gelirler. “Cins-i latif” (fair sex) tabirinin belirttiği gibi, Allah, kadını saklanacak bir “mücevher” olarak yaratmıştır. Yuva ile örtü (hicap), mücevher olarak kadını saklayacak, içtimaî-mekanî ile ferdî-bedenî iki mücevher kutusudur.
Tesettür (örtünme), insan fıtratı uyarınca cinsî (kadın-erkek) ve dinî (Hıristiyan-Müslüman) ayırımların üstünde evrensel bir fiildir. Örtünme, hayvanlar âleminde yoktur, insanlar âleminde vardır. Kadın ile erkek arasında ortak evrensel tesettürün iki unsuru vardır: Avret mahalli ve başın örtülmesi. Elde mevcut en eski fotoğraflarda Doğulu-Batılı bütün topluluklarda kadın ile erkeklerin başlarının örtülü olduğu görülür. O hâlde modernleşme, özelden kamusallığa geçiş ise bunun alameti başların açılmasıdır.
Hürmet (kadının saklanması) denen şey, böylece mahreme (kadın) namahrem (yabancı) el, göz ve kalbin değmesini önlemek demektir. “İsim, cismin yarısıdır; isim, cismin alametidir; isim, cismin belasıdır” sözlerinin ifade ettiği isim-cisim irtibatınca, kadim dünyada kadının cismi gibi ismi de mahrem sayılırdı.
Kadının saklanması (tahrim) mânâsına gelen “hürmet”in zıddı, kadının sergilenmesi (teşhir) mânâsına gelen “şöhret”tir. Teşhir, şöhretten, şöhret ise şehvet (ş+h) ile aynı kökten gelir. Hürmet, mücevher olarak kadının iki kutuya (yuva ile örtü) saklanması, yabancı el, göz ve kalbin dokunmaması, şöhret ise, “açılma saçılma” tabirince, kadının iki kutusundan çıkarılması, bedenînin (başının) kamuya açılması, böylece yabancı el, göz ve kalplerin dokunacağı şehvet nesnesi olmasıdır. Bazı ilkel kabileler gibi Amishlerin de insan canını çaldığı gerekçesiyle fotoğraf çektirmekten kaçınmaları bu yüzdendir. Görsel medya çağında kadın, bütün yabancı gözlerin değdiği, hürmetini, iffetini, canını çaldığı bir “meta” oldu.
Batı’da XIX. asırda sanayi kapitalizminin zuhuruyla zirveye çıkan modernleşme, kadının yuvasından ve örtüsünden çıkarılması, kamuya açılması, hürmetinin yok edilmesi demekti. Kapitalizmin kurbanları, genelde insan, özelde ise kadın ve çocuk olmuştur. Kadın, “ziynet” yerine modern çağda kapitalizmin hem üretim hem tüketimde kullandığı bir “meta”ya dönüşmüştür. Kapitalizmin güzellik endüstrisi, kadını kitlesel yabancı el, göz ve kalbin dediği bir tüketim metaına dönüştürerek mahremlerine sakladığı aslî güzelliğini yok etmiştir.
Kadının modernleşmenin kurbanı olması, iki sebeple Türkiye’ye Batı’dakinden çok daha sancılı bir şekilde yansımıştır: Birincisi, Yahudilik ve Hıristiyanlığa göre İslâm’ın vahyî din olarak asliyetini koruması. İkincisi dünyanın en uzun süreli İslâm devletinde en yıkıcı seküler inkılabın uygulanması.
Batı’nın Türkiye gibi ülkelerde uyguladığı modernleşme, aslında ilkel-medenî ayırımına dayalı antropolojik medenîleştirme idi. İngiltere’nin Hindistan gibi sömürgelerinde uyguladığı medenîleştirme projesinin hedefi, başındaki geleneksel başlık (sarık) yerine şapka koymak suretiyle ilkel kabile halkının kimliğini dönüştürmekti. Türk modernleşmesi de Abdullah Cevdet’in, neslin ıslahı için Macaristan’dan “damızlık erkek” ithalinin öngörülmesi kadar radikal medenîleştirme projesine dayanıyordu! Medenîleştirmenin hedefi, “yeni Türk insanı, kadını tipini” meydana getirmekti. Türkiye’de 1929’da düzenlenen ilk güzellik yarışması, bu projenin ilk adımlarındandı.
Bu açıdan kadın tesettürü, Müslümanların seküler toplumda verdikleri Müslümanca yaşama mücadelesinde buzdağının ucu olmuştur. İslâm ile sekülerizmin çatışmasından dolayı modern toplumda Müslümanca yaşama mücadelesi, tabiatıyla seküler sistemi dönüştürme sürecini içeriyordu. Bu konuda İslâmcı hareketler ile tasavvufî cemaatler, seküler sistemi “karşıdan ve içinden” dönüştürme yollarını tutarlarken, bazı cemaatler “dışından” dönüştürme yolunu seçti.
Ancak tesettür, seküler sistemi “karşıdan ve içinden” dönüştürme yolunu seçen İslâmcı hareketler ve tasavvufî cemaatler yoluyla kamusal alana girdi ve seküler sistemle çatışma konusu oldu. 28 Şubat’ın iki sembolik gerekçesi de mahremiyetin kamusallıkla çatışması ile seküler kamusal alanda İslâmî görünürlüğün artmasıydı: Kamusal alanda mahrem (başörtülü kadınlar), namahrem kadın eli sıkmayan bürokratlar.
28 Şubat, aslında her iki taraf için de bir dönüm noktasıydı. Din ile sekülerizm arasındaki çatışma, Müslüman kadının sosyal görünürlüğüyle su yüzüne çıkmıştı. Hem Müslüman hem seküler olmak imkânsızdı; er-geç iki ‘din’den birini ya İslâmı ya sekülerizmi seçmek kaçınılmazdı. Sekülerleşme, 28 Şubat’çılar için Müslümanları dönüştürmek, Müslümanlar içinse dönüşmek demekti. Müslüman bir kız, üniversiteyi bitirmek için kerhen başını açarak taviz verse de inancı itibarıyla seküler sisteme potansiyel tehdit olmaktan çıkmıyordu. Köklü çözüm hem İslâm’ı, hem Müslümanları dönüştürmekti.
Geçmiş Soğuk Savaş darbelerinden (27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül) farklı postmodern bir darbe olarak 28 Şubat, asırlık Siyonist “İslâm’ı dönüştürme” projenin uzantısıydı. Bu projenin dayandığı “radikal, siyasal İslâm-ılımlı, sivil İslâm” ayırımı, Türkiye’de 28 Şubat ile revaç kazandı. 28 Şubat’çılar, “Ölümle korkutup sıtmaya razı etme” tabiriyle anlatılan yoğun bir harekâtla Müslümanları İslâm’dan feragate zorlayacak şu mesajı veriyordu: “Müslümanca yaşama iddianızdan vazgeçerseniz iktidar nimetlerini tatmanıza izin veririz, aksi takdirde hayat hakkı tanımayız.”
Müslümanlar, “Müslüman kızların tahsil hakkı” iddiasıyla 28 Şubat darbesine karşı koydular. Güya dert, meslek değil tahsil, kariyer değil haktı. Ancak Müslüman bir kızın, sadece çeyizine diploma koymak için hukuk fakültesini bitirmek istediği inandırıcı olmaktan uzaktı. O yüzden başörtülü tahsil için hak talebinin ardından başörtülü kamusal kariyer için hak talebi gelecekti. 28 Şubat’tan sonra bunun elde edilmesiyle sekülerleşme sürecinin birinci safhası başladı. Bu süreçte tesettürün ruhunun (beden hatlarını gizleme) kaybıyla birlikte başörtüsü de rengârenk bir bez parçasına dönüştü!..
Sekülerleşme sürecinde Müslümanlar üzerinde ağırlaşan din yükü, “İnandıkları gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanırlar” kaidesince iki şekilde hafifletildi: Farzların terki, haramların mübah kılınması. Müslümanların İslâm’a sadakat ve feragat derecesi, erkekten çok kadında görülüyordu. Belki bu süreçte taviz veren çok Müslüman erkek vardı ama sekülerleşme derecesini gösteren, kadınların tesettürden uzaklaşma derecesiydi.
Kadın açısından sekülerleşme sürecinin diğer safhası, görsel medyatik çağ ile başladı. Kapitalizm, Allah’ın saklanacak bir mücevher olarak yarattığı kadını sergilenecek bir meta hâline getirmişti. Bu yozlaşma, görsel e-Medya çağında zirveye çıktı. Marshall Berman, modernliği “Katı olan her şey buharlaşıyor” diye tanımlamıştı. Bu, görsel e-Medya çağında “mahrem olan her şeyin buharlaşması” olarak tercüme edilebilirdi.
Bir toplumu batıran, iki ana haram vardı: Haram lokma, haram nazar!..
Şöhret ve şehvet pazarı olan sosyal medya, Müslüman kadınları da giderek içine çeken, hürmetle birlikte tesettürlerini buharlaştıran bir gayya kuyusu oldu. 28 Şubat’ın “mağdure bacılar”ının kızları, sosyal medyada boy gösteren muhafazakâr devrin “mağrure bayanlar”ına dönüşmüşlerdi. “Başörtüsü mücadelesini kazandık ama tesettürü kaybettik” sözü, bu sürecin yaygın, basmakalıp muhasebesi oldu.
Kadının açılması, sosyal çözülme buzdağının ucuydu. Buradaki “açılma”, kadının yuvasından ve örtüsünden çıkarılması, kamuya açılması, hürmetinin yok edilmesi mânâsına geliyordu. Kadın, topluma açıldıkça yuvasından ve örtüsünden uzaklaşmış, bedenini (başını) açmıştı. Sekülerleşme olarak muhafazakârlaşma, kadınlar için sekülerizme karşı başörtüsünün muhafazası demekti. Ancak sekülerleşme, sonunda başörtüsünü de muhafaza edilemeyecek, atılacak bir bez parçası, yük hâline getirdi. İnsanın ahlakî-dinî davranışı, mahalle baskısınca belirlenir. Artık görsel dünyanın, dijital ülkenin ayartıcı baskısı, geleneksel mahallenin ahlakî baskısının yerini aldı.
Kimilerine göre namazsız Müslüman erkek olduğuna göre başı açık Müslüman kadın da olabilirdi!.. Olabilirdi ama “başı açık” ile “başını açan” Müslüman kadınlar arasında kritik bir farklılık vardı. Eskiden başı açık olduğu hâlde namaz kılan Müslüman kadınlar, bir gün örtünme ümidiyle yaşarlardı. Hâlbuki örtülüyken nefsine uyarak başını açan Müslüman kadınlar, genelde namazı da terk ettikleri için başı açıklar gibi bir gün örtünme ümidi duyamazlardı.
Açık-kapalı kadın farkı, ana ile kız arasında daha trajik bir boyut kazanmıştı; örtülü ananın açılan kızı ile açtığı kızı. Şuurla örtünen anneler, yaşanan sekülerleşme girdabına kapılarak başlarını açan kızlarına bakarak kahroluyorlardı. Buna karşılık şuursuz, aile zoruyla örtünen annelerden bazıları da maazallah, “Benim içimde ukde kaldı” diye kız çocuklarını açık yetiştiriyorlardı ki daha büyük trajedi buydu!..
Toplumun temeli aile ve “Yuvayı dişi kuş yapar” sözünce evin mimarı kadındı. Müslüman kızlar, 28 Şubat zulmüne karşı başörtülü tahsil hakkını kazandıktan sonra kariyer sevdasına düşmüşlerdi. Kariyer için bekârlık kadar evlilik için kariyer anlayışı da çarpıktı. Zira “Kocaya muhtaç olmamak için kariyer” anlayışı da boşanmaları kolaylaştıran, ailevî-içtimaî çözülmeye yol açan bir sebepti. Müslüman kızlar, böylece dini ve aileyi kariyere feda etmişlerdi. “Sünnet ve Cemaat ehli” tabiri, insan kimliğinin inanç ve aidiyet olarak iki boyutuna işaret eder. Buna göre Müslüman kadınlar için topluma açılma, mahremiyetin kaybı olarak sekülerleşme, İslâm ve aileden, sünnet ve cemaatten kopuş idi.
Gelinen nokta, aynı “ya hep ya hiç” hakikatinin tecellisiydi. “İnandıkları gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanırlar” sözü, iman-amel münasebetini ifade eder. Ya “tam tesettür” olurdu, ya da “biraz tesettür” “hiç tesettür”e varırdı. Hakikî tesettür, bütün bedenin örtülmesiydi. 1980 ve 2000’den sonraki modernleşme süreci ise bedeni açık (hatları belli), başı kapalı kadınlar üretmişti. Başörtülü kadınların başlarını açmaları, beden ile baş arasındaki bu “çelişkiyi” trajik şekilde gidermeleri demekti…
Benim düşünceme göre 28 Şubat sürecindeki insanlarla daha sonraki gelen nesil arasında çok büyük fark var . Bunu sadece okumakla şekillendiremeyiz. Dini hassasiyetini taşıyanlar Genel durumlarını devam ettirdiler . 28 Şubat’tan daha etkili olan unsurlar Gelen nesli farklı farklı şekilde yönlendirdi. İnternet Instagram Facebook Twitter TikTok bu neslin mahvol olmasına sebebiyet veren en büyük unsurlar ve bunlar devam ettiği müddetce de Gelecek olan nesil de ümidim çok az.
Her ne kadar vücut hatları belli, kokulu ve makyajlı olsalar da başörtülü müslüman kadınlar başörtülerini çıkarmamalı, elde olanı da kaybetmemelidir. Böyle olacağına hiç yapma dememeli, doğrusunu yap demelidir...
Kaleminize sağlık. Şuur önemli!
Kırılma noktalarını iyi tespit etmiş dikkatli bir gözlemciden çok önemli bir analiz. Üzerinde düşüne düşüne en az iki kere okunmalı.