Ortak alfabe meselesi ve Osmanlı Türkçesi

A -
A +

Mehmet Kenan Dokumacı

 

mkdokumaci@gmail.com

 

 

 

 

 

Türk devletlerinin ortak alfabe olarak Latin harfleri üzerinde çalışmaları, netice vermesi zor bir yol gibi görünüyor. “Bütün Türkler bizim kullandığımız Latin alfabesini kabul etsin” dense de alfabede birçok sesin karşılığı bulunmadığı için genel kabul görmekten uzak kalıyor. Kullandığımız Latin alfabesinde, Osmanlı Türkçesinde bulunan tam on bir sessiz harfin karşılığı yer almıyor.

 

 

 

 

 

Osmanlı Türkçesi alfabesi, bütün Türkler arasında en azından resmî alfabelerinin yanı sıra ortak bir alfabe olarak kabul edilip müşterek kültür mirasımızı teşkil eden eski eserler tekrar yaygınlaştırılabilir. 

 

 

 

 

 

Bir milletin alfabesi, hangi kültüre ait olduğunu gösteren bir bayrak gibidir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Türk ülkelerinin ortak bir alfabeye sahip olmaları son bir asırdır arzu edilmekte, bu yolda bir ilerleme sağlanması için samimi talep oluşmakta ama her seferinde bu isteğin fiiliyata geçmesi bir türlü mümkün olmamaktadır. Türkçe konuşan ülkelerin bir alfabe birliğine gitmeleri, milliyetçi aydınlarımız arasında hep gündemde kalan bir mesele olmuştur.

 

Ancak Osmanlı Türkçesini kullandığımız devirde böyle bir mesele yoktu. Kullandığımız alfabe, bütün Türk dünyası için de ortak alfabe idi. Şimdi Türk cumhuriyetleri peyderpey Latin alfabesine geçiyor. Fakat alfabe birliği yine de sağlanamıyor. Zira her ülke kendine göre diğerlerinde olmayan harfleri, alfabelerine alıyor; bazı harfleri de farklı sesler için kullanıyor.

 

Türk devletlerinin ortak alfabe olarak Latin harfleri üzerinde çalışmaları, netice vermesi zor bir yol gibi görünüyor. Zira hiçbiri kendi kültür alfabelerini, kabul etmiş oldukları Latin alfabelerine tam olarak çevirmiş değildir.

 

9-11 Eylül 2024 tarihlerinde Bakü’de, üzerinde anlaşılan, yine Latin esaslı 34 harfli “Ortak Türk Alfabesi”, TDK Başkanı’nın ifadesine göre, bir “çerçeve alfabe” vasfında. Yani belki hiçbir ülke tarafından aynen kullanılmayacak. Fakat ülkeler, alfabelerine alacakları harfleri bu çerçeve alfabeden seçecekler. Demek ki, yine alfabe birliği tam manasıyla sağlanamayacak. Zaten her ülkenin kendi statükosu, bu çerçeve alfabeyi aynen kullanmaya bir mukavemet gösterecektir. En büyük mukavemet de Latin harflerini en önce kullanmaya başlayan ülkelerde ortaya çıkacaktır. İdeolojik mukavemetleri bir yana bırakalım, elde bu kadar basılı eser bulunurken bütün bunları yeni çerçeve alfabe ile basmak veya basmayıp ikisinin birden kullanılmasının ortaya çıkaracağı kargaşayı tahmin etmek bile zor!

 

Türkiye olarak, bütün Türkler bizim kullandığımız alfabeyi kabul etsin dense de birçok sesin karşılığı bulunmadığı için genel kabul görmekten uzak kalıyor. Zira bugün kullandığımız Latin alfabesinde, Osmanlı Türkçesinde bulunan tam on bir sessiz harfin karşılığı bulunmuyor.

 

 

ALFABE EDEBİYATI İFADEDE YETERSİZ KALIYOR

 

 

Kullandığımız alfabe, edebiyatımızı ifadede yetersiz kalıyor. Türkiye’de kullanılan Latin alfabesinin büyük bir eksikliği; sad, dad, zâl, zı, kaf, tı, ayn, se, sağır kef (kâf-ı nûnî), ha ve hı harflerini kaybetmiş olmamız.

 

Bu ne ma’nâya geliyor, birkaç misalle görelim:

 

Hâtıb (ha ve tı ile): Odun toplayan, oduncu

 

Hâtıb (hı ve tı ile): Hitâb eden

 

Hatîb (hı ve tı ile): Hutbe okuyan, güzel ve düzgün konuşan

 

Kesif (kef ve peltek se ile): Yoğun

 

Kesif (kef ve sin ile): Kirli, bulanık

 

Hasret (ha ve sin ile): Ayrı kalmak, kavuşamamak

 

Hasret (hı ve sin ile): Zarara, ziyana uğramak

 

Hasr etmek (ha ve sad ile): Mahsus kılmak, vakfetmek

 

Bu kelimeler karıştırıldığı için, bir müddet sonra kullanılamaz oluyor. Kullanılınca da ayırt edilemiyor. Eski telaffuzları kulaktan öğrenenler, bir müddet daha bu kelimeleri kullanır. Ancak aradan yüz sene geçince ne telaffuz kalır ne dil! Hâlihazırda lisanımız bu vaziyette...

 

Yukarıdaki kelimeler Arapça diyebilirsiniz. Bir de Türkçe kelimeler arasındaki karışıklıktan misâl verelim:

 

Bin (kâf-i nûnî ile): Bin sayısı

 

Bin (nun ile): Üzerine çıkmaktan emir

 

Bu kâf-i nûnî, ne Arapçada ne de Farsçada var. Türkçeye mahsus bir harf iken, o da Latin esaslı alfabede yer bulamamış.

 

Ayrıca günümüzde yapılan birçok hata da yine kullanmakta olduğumuz alfabeden kaynaklanıyor. Birkaç misal de bunun için verelim…

 

İnsan ismi olan “Âdem” kelimesindeki uzatma işareti çoğu zaman ihmâl ediliyor ve yokluk manasına gelen “adem” ile karıştırılıyor. Hâlbuki Âdem kelimesi medli elif ile, adem kelimesi ise ayn ile yazılır. Dünya Müslümanları, bunu ‘Adam’ diye yazıyor. Biz de “Âdem”i Adam diye okuyoruz. Zamanında Endonezya Dışişleri Bakanı Âdem Mâlik’in ismini Adam Mâlik diye senelerce telaffuz edip durduk; hem de devlet radyo ve televizyonundan.

 

Peltek se ile yazılan “sevâb” kelimesi, ecir, iyi işlere verilen karşılık demek iken, bunun “savab” diye telaffuz edilmesi yine çok yapılan bir hatadır. Hâlbuki “savab” sad ile yazılır ve “doğru, haklı” manalarına gelir ve “hata”nın zıt anlamlısıdır.

 

 

HARFLER ATILINCA…

 

 

33 harfli alfabemizden 11 harf atılmış. Yani tam üçte biri. Harflerdeki bu azalma, kelime haznesine de aks etmez mi?

 

Şimdi İngilizceden ve Japoncadan üçte bir harf atılsa, o çok öğünülen kelime hazneleri ne olur? Veya şöyle düşünelim. Bugün kullandığımız alfabeden yaklaşık üçte birini, yani 9 harf atsak ne yaparız? Ortada dil diye bir şey kalır mı?

 

“Peki, çare ne?” diyeceksiniz. Çare, en azından Osmanlı Türkçesi alfabesinin, bütün Türkler arasında, resmî alfabelerinin yanı sıra ortak bir alfabe olarak kabul edilip bu alfabe ile yazılan ve müşterek kültür mirasımızı teşkil eden eserlerin tekrar yaygınlaştırılması olabilir.

 

Osmanlı Türkçesi alfabesi, bütün Türk Dünyası için resmî olmasa da bir “Ortak Kültür Alfabesi” olarak kabul edilse, faydalı olmaz mı? Vakit daha geç olmadan bu alternatif yol değerlendirilmeli ve her ülkenin mevzuatında, buna mâni hükümler varsa, bir an evvel kaldırılmalıdır. Her şeyi devletten bekleme alışkanlığı da bırakılıp bu hususta sivil toplum kuruluşları da inisiyatif almalıdır.

 

 

ALFABE BİR KÜLTÜR İŞARETİ

 

 

Alfabe, evvelemirde bir kültür işaretidir. Bir milletin alfabesi, hangi kültüre ait olduğunu gösteren bir bayrak gibidir. Kiril alfabesi deyince hemen hatırımıza Ruslar, Latin alfabesi deyince Hristiyan Batı dünyası, Arap alfabesi deyince de Müslümanlar gelir.

 

Alfabe, ait olduğu kültürü, yeni nesillerin beynine âdeta kazıyarak yerleştirir. Kur’ân-ı kerîm talebeleri eğer başka bir alfabe öğrenmeden bu işe başlamışlarsa, küçük yaşta aldıkları bu altyapıyı, ömür boyu unutamazlar. Belki de onun için toplumda, hangi alfabeyi önce öğretmeli tartışması devam ede gelmektedir.

 

 

LATİN ALFABESİNE GEÇME MODASI

 

 

Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra bütün dünyadaki Müslümanlar, Arap alfabesinden Latin alfabesine geçmek modasıyla karşı karşıya kaldılar. Ülkeler, farklı zamanlarda, farklı metotlarla bu safhayı yaşadı. Bazı ülkelerde iki alfabe aynı anda kullanılırken bazı ülkelerde Arap alfabesi yasaklandı. Hatta bazılarında mevcut eserler toplatılıp imha edilerek milletin geçmişle bağlantısının koparılması gibi uygulamalar da görüldü.

 

Arapça, bütün insanlığa, Rabbimizin son kitabının lisanıdır. Ona “yabancı” demek, geçmişimize hakarettir. Arapça ve Farsça, ana dilimiz olmasa da bizim kültür dillerimizdir. Batı kültürünün tesirinde kalanlar Latinceye özeniyor ve hiç yadırganmıyor. Biz de kültürümüze sahip çıkmalı değil miyiz?

 

“Arap alfabesi, Türkçeyi tam ifade etmiyor” diyenler var. Farsçada g, p, ç, j harfleri için ilaveler yapılmış. Türkçede, Farsçaya ilave olarak “sağır kef (kâf-ı nûnî)” kullanılmış. Urducada, Uygurcada başka ilaveler var. İstenirse yeni ilaveler yapılabilir. Latin alfabesi de her dilde, ilavelerle kullanılıyor. Osmanlı, gerektiği kadar ilavelerle bu harfleri kullanmış. Dünyanın bütün dilleri için de kullanılabilir. Doğu Türkistan Uygur Türklerinin 20. asırda kabul ettikleri yeni alfabelerinde ince ve kalın sesliler dâhil en ince teferruatına kadar bütün harfler var. Günlük yazışmalarda bu kadar teferruata ihtiyaç olmasa da gerektiğinde her türlü sesin, Arap alfabesiyle de ifade edilebileceğinin bir numunesi olarak görülebilir.

 

 

“ALJAMIEDO” DEVRİ

 

 

Dünya hep bugünkü gibi değildi. Bir zamanlar, Avrupa dilleri de Arap harfleri ile yazılırdı. Bu metinlere “Aljamiedo” ismi veriliyor. Arapçanın, ilim dili ve üst kültür tanındığı devirler…

 

Osmanlı Türkçesi, istenirse, harekesiz olarak, büyük bir süratle yazılabilir. Bu tarz yazı, steno yerine geçer. Harekeler konur ve daha detaylı yazılırsa, istenen hassasiyet sağlanır. Böylece not tutulurken çabukluk sağlanır. Sonradan harekeler ilave edilerek yazı tamamlanır. Latin harflerinde bu imkân yoktur. Sesli harfler yazılmadan çabukluk sağlansa bile sonradan sesli harfleri yazmak için boşluk bulunamaz.

 

Kur'ân-ı kerîmi okumayı, bütün dünya Müslümanları, küçük yaşta öğrendikleri için kendi öz dillerini bu harflerle yazdıklarında, kendi aralarında ortak bir alfabeye sahip olmuş olurlar.

 

Alfabe, her milletin kendi inandıkları semâvî kitapları ile yakından alakalıdır. Bu aynı zamanda bir kültür tercihidir. Bunun için geçmişten günümüze İranlılar, Türkler, Hint Müslümanları, Kürtler, Çerkezler, Boşnaklar, Arnavutlar, Berberîler, daha birçok kavimler, hatta Müslüman İspanyollar hep Kur’ân-ı kerîmin indirildiği Arap alfabesini kullanmışlar, kendi dillerine uygun harfler ilâvesiyle, kendi alfabelerini meydana getirmişlerdir. Kitaplarında, Kur’ân-ı kerîmin kelimelerini, yani Arapça kelimeleri, kendi telaffuzlarına göre değil de asli hâliyle yazmaya itine göstermişlerdir. Böylece Arapça kelimeler, bütün Müslümanlar arasında birliği sağlamıştır. İlâve ettikleri harfler de hangi kavme ait olduklarını bildiren birer işaret olmuştur.

 

 

YABANCI DİL ÖĞRENMEK ZORLAŞIYOR

 

 

Eksik harflerin alfabemizde bulunmaması ve telaffuzunun da zamanla unutulması, yabancı dil öğrenmemizi de zorlaştırıyor. Çok emek verip İngilizce öğrenenler bile, her cümlede geçen "the" kelimesini telaffuz edemiyor.

 

Avrupa dillerinde boğaz harfleri var. Fakat biz bunları alfabeden çıkarttığımız ve telaffuzunu da unuttuğumuz için, ancak tecvit öğrenenler, bunları kolayca çıkarabiliyor.

 

Lâtin alfabesinde de Q, X, W gibi sessiz harfler olduğu gibi, bazı sesler iki, hatta üç harfle ifade edilebiliyor. Bunlar alınmamış, on bir sessiz harf de atılmış olunca Türkçe ifade kabiliyeti bakımından bir kabile diline benzemeye başlıyor. Hâlbuki günümüz Türkçesine göre eksik harfleri olan Orhun alfabesinde bile, on sessiz harfin hem kalını hem incesi var.

 

Bu makalemiz, okuyucularımıza bir ufuk açar ve bu mühim mesele üzerinde düşünmeye sevk ederse, vazifesini yapmış olacaktır…

 

 

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Bahri ARSLAN 29 Eylül 2024 16:15

Allahüteala razı olsun Hocam Vok çok güzel inşallah bu yazı yetkililer tarafından dikkate alınarak bir başlangıç olmasına vesile olur

Yalınız Efe29 Eylül 2024 15:04

"Yalınız" derken "n" harfi dilin sonu boğazın sonuna,küçük dilin üstüne değdirilerek çıkarılır.Bu harfin karşılığı Osmanlıcada "kâf-i nûni" harfidir.Türkçe kelimelere has olup bazı yerlere mahsus olarak kullanılır. Telaffuzu, genizden gelen "ne" sesidir.Anadolu'nun çok yerinde hala kullanılmaktadır.

bahtiyar29 Eylül 2024 12:07

teşekkur ederim