Osmanlı sancağı, Balkanlarda dalgalanmaya devam ediyor

A -
A +

Dr. Mehmet Can

 

mailmehmetcan@gmail.com

 

 

 

 

 

Ecdat toprakları olan Balkan coğrafyası, iyi tahlil edilmeli ve mazide yaşanan acılar -tekrar düçar olmamak adına- bütün gençliğe hakkıyla anlatılmalıdır. Şayet bunlar yapılırsa Balkanlar, ülkemizin idealleri arasında yer alan “21. Yüzyıl Türk Asrı” çalışmalarında kilit bir rol oynayacaktır.

 

 

 

Balkan coğrafyasında Türkiye’ye karşı büyük bir muhabbet var. Mesela Kuzey Makedonya sokaklarında âdeta kendinizi Türkiye’de hissediyorsunuz. Halk huzur içerisinde...

 

 

 

Osmanlı devrinde Balkan coğrafyasından birçok vezir, büyük âlim ve şair çıktı.

 

 

 

 

 

 

 

Balkanlarda doğan ve Türk edebiyatında mühim bir yere sahip olan Yahya Kemal Beyatlı “Türk’ün gönlünde nehir varsa Tuna’dır, dağ varsa Balkan’dır” der.

 

Balkan yarımadası yeşilliklerle kaplı, üç yanı denizlerle sarılı, çileli başını bir diğerinin üzerine koymuş dağ silsilesi ile çevrilidir. Öyle ki tabiatın güzelliği hemen esir alır kendine, bir yılan gibi çöküverir.

 

İçinden bir zamanlar ecdadımızın atlarını suladığı, mahsullerini yetiştirdiği ve birçok hadiselere şahitlik eden “Tuna”“Vardar” ve “Meriç” nehirleri geçer. Stratejik açıdan Asya, Avrupa ve Afrika’nın kavşak noktasındadır. Bu öneminden dolayı tarih boyunca istilaların, ticari çıkarların mağduru olmuştur.

 

 

OSMANLI GELMEDEN ÖNCE BÖLGEDE VAZİYET NASILDI?

 

 

Osmanlı Devleti, Balkan coğrafyasına gelmeden evvel bölgede Avrupa devletlerinin düşünce temelini oluşturan Yunan, Roma ve Bizans medeniyetleri hüküm sürmekteydi. Sırplar, Hırvatlar ve Boşnaklar devlet kurdularsa da kısa ömürlü oldu.

 

Bilhassa Bizans devrinde Bulgarlara büyük zulümler yapıldı. Tam 14 bin kişi esir alınarak gözleri çıkarıldı. Her yüz esirden birisinin tek gözü sağlam bırakıldı ki mağlup olan orduyu ana yurtlarına geri götürebilsin. (Barbara JELAVICH, C:1, S:18–19)

 

 

OSMANLI GELDİ, HUZUR GELDİ

 

 

Osmanlının hedefleri arasında Balkan coğrafyası önemli bir yere sahipti. Emperyalist devletlerin aksine bölgeye “İ'layı Kelimetullah” yani İslam dinini yayma gayesi vardı. Bu maksatla seferler düzenledi. Sultan I. Murad, 1360’ta Bursa’dan çıkarak önce Edirne’yi daha sonra ise Meriç Nehri’ni aşarak 1371’de Bulgaristan, Makedonya ve Sırbistan topraklarına hâkim oldu. Yıldırım Bayezıd Han ile devam eden fütuhatlarla Balkan coğrafyasında genişleme sürdü. Sayısız cami, medrese, han, hamam ve çeşme yaptırıldı.  Her lisandan, her cinsten ve her dinden insan huzur ve asayiş içerisinde hayat sürdü.

 

Dünya tarihine ana hatları ile bakıldığında, Osmanlının dışında çeşitli etnik grupların yüz yıllardır bir arada barış içerisinde yaşadığı başka bir devlet görülemez.

 

Avrupa devletleri ise bir coğrafyayı işgal ederken her zaman bölgedeki yer altı ve yer üstü zenginliklerini kendi halkının rahatı için kullandı. Bugün Afrika ve Orta Doğu’daki pek çok ülke bunun ispatıdır.

 

 

HAÇLI SEFERLERİ İLE OSMANLI’NIN ÖNÜ KESİLMEK İSTENDİ

 

 

Emperyalistler, Haçlı seferleri ile Osmanlının ilerlemesini durdurmak istedi. Zira onların ilerlemesinin önünde en büyük engeldi. Osmanlı girilen mücadeleyi Varna Savaşı (1444) ile galibiyetle neticelendirdi. Bunlarla iktifa edilmeyerek 1453’te İstanbul, 1463’te de Bosna alındı. 1526’da Kanuni Sultan Süleyman Mohaç Meydan Muharebesi ile Balkanların büyük bir kısmına hâkim oldu. (Yeri gelmişken şunu da belirtelim ki aynı yıllarda Büyük Türk Hükümdarı Babür Şah da Hint ordusunu mağlup ederek Babür İmparatorluğu’nu kurdu.)

 

XVI. asırda başlayan yükselme devri boyunca Balkan coğrafyasından birçok vezir, büyük âlim ve şair çıktı. Mesela Sultan Kanuni’nin ölümünden bir sene evvel yani 1565 yılında, torunu ile evlendirip sadrazamlığa tayin ettiği Sokullu Mehmed Paşa, büyük âlimler Ahmed Cevdet Paşaİsmail Hakkı BurseviHüseyn Hilmi Işık Efendi ve şair Yahya Kemal Beyatlı bunlardan sadece birkaçıdır.

 

 

BALKANLAR ÖLÜM SOLUYAN TOPRAKLAR HÂLİNE GELİYOR…

 

 

Rusya XVIII. yüzyılın başlarından itibaren bilhassa Osmanlı Devleti’nin zayıflamasından faydalanarak Balkanlar başta olmak üzere güneye inme politikası gütmeye başladı. 26 Temmuz 1774’te imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile istila planlarını sezdirmeyerek, Kırım’da takip ettikleri gizli siyaset ile halkı sıkıştırıp yurtlarından kaçırarak, yerlerine Rusları iskân etmek istedi. Türkleri Ortodoks kilisesinin rehberliğinde Ruslaştırmaya çalıştı.  

 

Rusların tek bir maksadı vardı: Müslümanlardan arındırılmış, bölgede Rus çıkarlarını gözeten ve Slav ırkının hâkim olduğu büyük bir Bulgaristan Cumhuriyeti’nin Balkanlarda kurulması... (1912’ye gelindiğinde ise Bulgaristan Rusya’nın gözünden düştü. Bu sebeple Balkan Harplerinde Çar’ın desteği görülmedi.)

 

 

BESLE KARGAYI OYSUN GÖZÜNÜ!

 

 

Fransız İhtilali ile ortaya çıkan fikir akımları, XIX. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı halkı arasında yayılmaya başladı. Sırp, Rum, Rumen, Bulgar ve Ermenilerde milliyetçilik cereyanları kuvvetlendi. Bu milletler, Osmanlıdan ayrılarak bağımsız devlet kurmak için ayaklanmaya başladılar. Düşmanlar zafere çabuk ulaşamadı ise de Balkan Müslümanlarını büyük oranda etkiledi.

 

 

TÜRKLER ÇOK BÜYÜK KAYIPLAR VERDİ

 

 

Türkler, Sırp isyancıların saldırılarına uğrayarak çok acı kayıplar verdiler. Katliamlardan kurtulanların bir kısmı Bosna Hersek’e, bir kısmı da Rumeli’ye hicret etmek zorunda kaldı. Sırbistan’da kalanlar ise kalelere sığınarak canlarını zor kurtardı. Bulgar ve Rusların iş birliği ile başka bölgelere göçe zorlandı.

 

 

TÜRKLERİ YERYÜZÜNDEN SİLMEYE KARARLILAR!

 

 

Kadim Osmanlı topraklarını terk eden halkın bir bölümü Tuna’yı geçerek Karadeniz sahillerinden gemilere bindirilerek Rusya’ya götürülüyordu. Boşalan topraklara Bulgarlar yerleştiriliyordu. Kırım Harbi (1853-56) neticesinde Balkanlara ve Anadolu’ya doğru Rus yayılışı geçici olarak durduktan sonra Ruslar Balkan politikasına bir müddet ara vererek Asya’ya yöneldi. Böylece Osmanlı Devleti’nin siyasi hudutları haricinde Kırım, Kafkasya, Türkistan ve diğer Türk illerinde huzur ve sükûnet içinde yaşamakta olan yüz binlerce Türk de göç etmek zorunda kaldı. (Bu dönemi “Türk’ün Gözyaşı Asrı XX. Yüzyıl” kitabımızda geniş hatları ile ele aldık) 1855 tarihinden itibaren Kafkas bölgesinden göçe zorlananlar Rumeli, Bulgaristan, Sırbistan ve Arnavutluk sınırı boyunca iskân edildiler.

 

Türk göç tarihinin önemli halkalarından birisini teşkil eden “Osmanlı-Rus Savaşı” (Doksanüç Harbi) Türk ordusunun Ruslar karşında çözülüp çekilmesi ile izah edilemez. Bu büyük sosyal ve siyasi hareket iyi tahlil edilmelidir. Bunun altında yatan esas sebepleri kavrayabilmek için sosyo-politik durumların yanı sıra ideolojik kökenleri de iyi bilmek icap eder. Rusların bu savaştaki esas gayesi “Çok milletli Osmanlı toprakları üzerinde tek milletli bir devlet kurmak” için teşebbüs edilen askerî bir operasyondu. Savaşın asıl ağırlığının Türkistan, Tuna ve Edirne vilayetlerinde toplanması bize bunu açıkça göstermektedir.

 

 

MUHACİRLER AKIN AKIN GELİYOR!..

 

 

Baskılardan ve düşman ayağı altında ezilmekten kaçan muhacir akını devam ederken halk tecavüz ve katliamlarından kurtulmak için mal, mülk ve hatta çocuklarını geride bırakarak kitleler hâlinde, yalın ayak Plevne istikametine doğru akın akın yol alıyordu. 28 Eylül 1877 tarihi itibarıyla 40 binden fazla muhacir Bulgaristan’ın başşehri olan Sofya etrafına yerleştirildi. Ruslar hemen Sofya etrafını kuşattılar. Büyük sıkıntı baş göstermeye başladı.

 

Amerikalı Tarih Profesörü Justin McCarhy “Ölüm ve Sürgün (Osmanlı Müslümanlarının Etnik Kıyımı 1821-1922)” eserinde İngiltere Konsolos raporuna göre o günkü durumu özetle şöyle ifade ediyor:

 

“Kavala ve Drama bölgelerinde Bulgar komitacıların ve yerli Hristiyan halkın elinden cefa çekmemiş bir Türk köyü kalmadığını söylesek abartmış sayılmayız. Birçok Türk köyünde erkekler kitleler hâlinde katledildiler. Diğerlerinin de ırzına geçmeler, talanlar yer aldı. Hristiyan müttefiklerin hepsi Müslüman köylerinin kitle hâlinde katledilmesine iştirak ettiler. Neredeyse hiçbir Müslüman’ı sağ bırakmadılar. Erkeklerin hepsi camilere, samanlıklara doldurularak diri diri yakıldılar…”

 

 

HRİSTİYAN VE YAHUDİLER YERLERİNİ TERK ETMEDİ!

 

 

Hâl böyleyken bir yandan da halk varını yoğunu ortada bırakıp doğdukları topraklara veda ederken, şehirde sadece ihtiyar ve kimsesiz kadınlar kaldı. Diğer Hristiyan unsurlar ve Yahudiler şehri terk etmeye yanaşmadı.

 

Edirne ve Sofya arasına 150 binden fazla muhacir yığıldı. Bunların 73 binden fazlası ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kaldılar. Osmanlı tarafından kurulan yardım komisyonları vasıtasıyla muhacirler korunmaya ve boş evlere yerleştirilmeye başlandı.

 

Yazar Münevver Ayaşlı hâtıralarında o günü şöyle kaydediyor:
“Balkan harbi bir faciaydı. Mağlubiyetten başka orduda kolera da başlamış, kolera İstanbul’a da sirâyet etmişti. İstanbul’a lepiska saçlı, boncuk mavisi gözlü, çıplak ayakları çamur içinde güzel çocuklar yaya olarak geliyordu. Öküz arabalarında ise ihtiyarlar, hastalar ve yatak yorganları vardı. Rumeli boşalıyordu. İstanbul’da yer kalmamıştı. Selâtin câmilerine tıka basa Rumeli muhâcirleri dolduruyorlardı.”

 

Bu çekilmez ızdırap ve çilelere maruz kalanların torunları belki de bu durumlardan yeterince haberdar değildir.

 

 

PEKİ BALKANLARDA BUGÜN VAZİYET NASIL?

Partizan grubuna komutanlık eden Josip Broz Tito 1918’de Yugoslavya’yı kurdu. 1980’de ölümünden sonra Yugoslavya dağıldı. Bosna Hersek, Hırvatistan, Slovanya, Sırbistan, Kuzey Makedonya, Karadağ ve Kosova her biri bağımsız devletler oldular.

 

Bu ülkeler arasında eskiden olduğu gibi serbest gidip gelme imkânı ortadan kalktı. Çizilen sınırlara hiçbir güvenliği olmayan gümrük kapıları konuldu. Öyle ki bir devletten diğerine kaçak girmek isteyen birisi hiçbir zorluğa katlanmadan elini kolunu sallaya sallaya hududun öbür tarafına geçebilir. Kapılarda sadece araçlara bakılmakta, kontrol yapılmadan pasaportlara bakıp gönderilmektedir.

 

Balkan coğrafyasında Türkiye’ye karşı büyük bir muhabbet var. Mesela Kuzey Makedonya sokaklarında âdeta kendinizi Türkiye’de hissediyorsunuz. Halk huzur içerisinde, ekonomik olarak iyi bir durumdalar. Osmanlı camileri, çeşmeler, hanlar, hamamlar hâlâ ayakta, minarelerden ezanlar okunmaktadır. Şehirlerdeki canlılık hemen dikkat çekiyor. Yol boyunca tabiat güzelliği âdeta rehabilitasyon ve rekreasyon merkezi gibi insanı tedavi ediyor. Ülkemizin medar-ı iftiharı TİKA ecdat yadigârı eserler restore etmiş. Coğrafyanın Anadolu şehirlerinden farkı yok. Her yerde elma, armut bahçeleri var. Çok yağış alan bir bölge olması hasebiyle ormancılık, hayvancılık gelişmiş.

 

Şehirlerdeki tertip, temizlik ve düzen hemen göze çarpıyor. Bilhassa yerli halk Sancak bölgesini ikinci İstanbul olarak nitelendirmekteler. Meydanlarda mutlaka bir Türkiye Türkü ile karşılaşmak mümkündür. Bölgede; TİKAYunus Emre Enstitüsü ve Maarif Vakfı okulları ile sosyal ve kültürel hizmetler yapılmaktadır.  

 

Şayet ecdad toprakları olan Balkan coğrafyası iyi tahlil edilir, -aynı acılara yeniden düçar olmamak için- bütün gençliğe hakkıyla anlatılırsa, ülkemizin idealleri arasında yer alan “21. Yüzyıl Türk Asrı” çalışmalarında kilit bir rol oynayacaktır…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.