Hiç yerinde durmayan, duramayan biri olarak o gün hareketsiz sadece etrafa baktım. Tansiyon mu, vertigo mu, depresyon mu neyim var ki deyu kendime teşhis koymaya çalışırken birden ayağa kalktım! Hasta yatağındaki annemi kaldırıp “Ben iyi değilim, gel sarılalım helalleşelim” dedim. Kadıncağız şaşırdı, sarıldı. Ve tam o anda sallanmaya başladı!..
Yine bir depremle sarsıldık bu hafta. Altı virgül iki; can kaybı, zarar, zayiat olmadı şükür ki… Allah hepimizi, herkesi muhafaza eylesin. Tekrarından ve beterinden korusun diyor hazır keyfim de yokken balıkçının hikâyesini paylaşmak istiyorum.
Balıkçı bir adam güneş doğmadan az önce deniz kenarında oturuyordu. Bu da ne ki burada derken elini uzattığı yerde içi taş dolu bir torba bulur. Elini torbanın içine sokarak bir taş alır, evir çevirir, zaten karanlık bir şey ve anlaşılmıyor, hızla denize fırlatır. Taşı fırlattığı esnada suyun üzerinde çıkardığı ses adamın hoşuna gider. Tekrar ikinci bir taş alır ve onu da denize fırlatır. Çünkü taşın suya değerken çıkardığı ses balıkçıyı mutlu eder ve bu şekilde taşları fırlatır teker teker…
Bu arada gün yavaş yavaş ağarmaktadır ve adamın elindeki torba da yavaş yavaş belli olmaya başlar. Artık torbanın içinde sadece bir taş kalmıştır. Güneş açıp adam torbanın içine baktığında bir de ne görsün; içindeki taşlar elmas taşlarıymış! Meğerse denize fırlattığı tüm taşlar elmasmış…
Çok pişman bir şekilde şöyle demeye başlar; “Ey ahmak adam. Eğer bu taşların elmas olduğunu bilseydim, sadece sesi kulağıma hoş geldiği için eğleneceğim diye onları hiç denize fırlatır mıydım?"
Balıkçı biziz.
Uyanmak, uyanık olmak ve elmas değerinde hatta çok daha kıymetli olan vaktimizi, ömrümüzü faydasız şeylerle boşa harcamamak gerek. Aksi hâlde pişmanlığın fayda vermediği o çetin günde çok pişman olacağız...
Halime Gürbüz'ün önceki yazıları...