12 Martlar, 12 Eylüller...

A -
A +

12 Eylül 1980 ihtilalinin üzerinden tam 25 sene geçti. Çeyrek asırlık zaman dilimi, devletlerin ömrü için uzun sayılmaz. Ama ortalama 70-80 yıllık insan hayatı için çok uzun bir dönemdir. 12 Eylül 1980 tarihinde, ak ile karayı ayırt edecek yaşta olan insanlar; bugün gençlik çağını çoktan geride bırakmış, ya olgunluk döneminin son demlerini veya yaşlılığın başlangıç yıllarını yaşıyor. 12 Eylül'ü ileri yaşlarında yaşayan pek çok insan da bu dünyadan göçüp gitti... Bu girişi neden yapma ihtiyacı hissettim? Sebep şu; aradan geçen bunca yıllara rağmen, bu arada yazılıp çizilen sayısız yorum ve analizlere rağmen, söz konusu askeri müdahale hakkında hâlâ daha büyük kafa karışıklığının yaşanıyor olması!.. Bu kafa karışıklığına Mehmet Barlas dün, Sabah'taki yazısında şöyle işaret ediyordu: "... Bazıları için 27 Mayıs 1960 müdahalesi Atatürkçü iyi bir darbedir. Ama 12 Eylül müdahalesi Atatürkçü değildir. 12 Mart 1971 müdahalesi sola karşı yapıldığı için kötüdür. 28 Şubat 1997 müdahalesi sağa karşı yapıldığı için iyidir..." Darbe, müdahale, ihtilal, harekat... Halkın iradesiyle işbaşına gelmiş iktidarlara yapılan askeri müdahaleler, hangi adla anılırsa anılsın; Yeni Şafak'tan Davut Dursun'un (Kendisi aynı zamanda siyaset bilimi hocasıdır. İ.K.) çok yerinde belirttiği gibi, bunların tamamı düpedüz darbedir. Dolayısıyla gerekçesi ve gerçekleşme biçimi (ister 27 Mayıs Darbesinde olduğu gibi bir komite tarafından, isterse 12 Eylül ihtilali gibi emir-komuta zinciri içinde olsun...) ne olursa olsun, gerekçeleri ve uygulamaları halk tabanında taraftar bulsun veya bulmasın, özünde bu müdahalelerin hepsi darbedir. Önce bunun altını çizmeliyiz. Çünkü, demokrasi anlayışı ve işleyişi ile bağdaşması asla mümkün olmayan bu yaklaşımın başka türlü tanımlanması gerçekçi olamaz. Darbeler, kendi stratejileri ve yöntemleri çerçevesinde, hedef aldıkları siyasal ve hukuki düzenleri alt ettikleri ve etkisiz kıldıkları takdirde, bizzarur meşruiyet kazanırlar, yani mecburen "meşru" kabul edilirler. Aksi halde başarısız darbelerin faillerinin karşılaştıkları ceza, "Anayasal düzeni silah zoru ile devirmek..." suçunun karşılığıdır ve geçmişte ülkemizde de örnekleri yaşanmıştır. Buna karşılık kendi mantığı içinde "başarılı" olmuş olan darbelerin veya ihtilallerin failleri, yargılanmaktan muaf tutulmak için, yapılan yeni anayasalara özel hüküm konulmak suretiyle, garantiye alınırlar. Şu sıralarda, 12 eylül'ün yıldönümü dolayısıyla, Kenan Evren ve arkadaşlarının yargılanmasını isteyenler, gösteriler yapıyorlar. Bu yargılamanın yapılmayacağını, yapılamayacağını bile bile! Önceki akşam, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Sayın Burhan Kuzu'ya Çerçeveden Yansımalar programında bu konuyu sordum; Prof. Kuzu, cevap olarak bir çelişkiye işaret etti. O da şu: 27 Mayıs Darbesini yapan Milli Birlik Komitesi üyelerinin yargılanmasından hiç bahsetmeyenlerin, 12 Eylül'ü yapan Milli Güvenlik Konseyi üyeleri için tam tersi yönde tavır sergilemeleri. Halbuki 1961 Anayasasının geçici 4. maddesi ile 12 Eylül harekatını gerçekleştirenleri yargılanmaktan koruyan 1982 Anayasasının geçici 15. maddesi tamamen aynı şey! Yani burada da büyük bir çelişki ve kafa karışıklığı yaşanıyor. Dünyanın başka ülkelerinde, mesela Güney Kore'de başarılı darbeciler de yargılanıp ağır hapis cezalarına çarptırıldı... Evet... bu madalyonun bir yüzü. Öteki yüzüne gelince, Türkiye'de son yarım asırda yaşanan bunca çalkantılara rağmen, hâlâ daha demokrasinin oturmuşluğundan ve sürekliliğinden tam olarak emin olamayışımız çok acı bir gerçek. Bu cümleden olarak, Hürriyet Gazetesinin Başyazarı Oktay Ekşi, son günlerde cereyan eden olayların, genişleyip kontrolden çıkmasının, demokrasi dışı formüller düşünen çevreler için yeni gerekçeler oluşturmasından endişe ettiğini yazıyor. Çünkü daha sonraları Kenan Evren tarafından defalarca açıklandığı üzere, belli bir safhadan sonra darbe ortamının olgunlaşması için askeri cenah bilinçli şekilde bir beklemeye girmiş!.. Elbette bugünkü ortam 12 Eylül öncesi ile kıyaslanmaktan çok uzaktır. Ve elbette hem Türkiye'nin, hem de dünyanın geldiği noktada darbeler, ihtilaller parantezinin, ülkemiz için artık geride kaldığı, kalmış olması gerektiği kanaati hakimdir. Bu kanaat şüphesiz doğrudur. Ama nedense yine de insanlar tam emin gözükmüyorlar ve hâlâ daha (acaba ters bir şey olur mu) endişesi zaman zaman kendisini gösteriyor. Öyle ki, Milliyet Gazetesinden Yasemin Çongar da buna benzer düşüncelerin Amerikalı bazı analistler tarafından da seslendirildiğini kaydediyor. Şunun altını çizelim; Biz Türkiye'de demokrasi dışı alternatiflerin devirlerinin kapandığına inanıyoruz. Bu kesin. Ancak üzücü olan; hâlâ daha az da olsa bazı insanların bu yönde endişe duyduklarını belirtmesidir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.