Tarihte iz bırakmış millet ve devletlerin geçmişlerinde, dahilî veya haricî sebeplerden kaynaklanan kırılma noktaları vardır… Bu kırılmalara maruz kalan devlet ve milletlerin gösterdiği tepki ve refleksin gücü ile mahiyeti, onların geleceğini şekillendiren unsurdur. Karşı tepkinin isabetli ve haklı olması, onun etkisini azami dereceye çıkarır. Aksi takdirde yıkım ve facia kaçınılmaz olur! 15 Temmuz gecesinde, Türk milletinin ortaya koyduğu muhteşem direniş, tam manasıyla şanlı tarihine yakışır tarzdadır. Dünya milletleri bu eşsiz kahramanlığı hayranlıkla takip etmiştir… Hiç şüphesiz Türk milletinin 15 Temmuz gecesinde yazdığı destan, mazlum halkların gıpta ettiği ve özlemini çektiği bir tablodur. Bu vatanın selameti için canını feda eden 251 şehidin yükseldiği mertebe… Keza her şeyi göze alarak hainlere karşı dişe diş mücadele eden iki bin sekiz yüzden fazla gazimizin kahramanlık hikâyesi… Ve caddeleri, meydanları doldurarak hainlere dünyayı dar eden kahraman halkımızın her bir ferdi… Böyle bir tabloyu ancak Türk milleti yazabilirdi.
Gelelim madalyonun öbür yüzüne… İhanet kalkışmasının üzerinden tam yedi sene geçti. Bu yedi sene zarfında, özellikle de yıl dönümlerinde çok şey yazılıp çizildi. Televizyonlarda sayısız programlar yapıldı. Devlet ve siyaset adamları, her vesileyle bu konu hakkında görüşler beyan etti. Bir kısmı gerçekten meselenin özüne dokunan konuşmalar. Ama bir kısmı da genelgeçer laflarla, vaziyeti idare etme yahut ucuz hamaset yapma kabilinden. Netice olarak, bu konuda konuşmayan kimse kalmadı desek abartı olmaz. Amma velakin geçen zaman zarfında, FETÖ ve ihanet kalkışmasının gerçek hikâyesi tam manasıyla ortaya çıkarılabildi mi? Maalesef evet diyemiyoruz. Aradan yedi sene geçti ve hâlâ her gün birileri bu örgütün elemanı veya iltisaklı aparatı olarak takibata uğruyor. Bu terör örgütüyle ilgili olarak on binlerce kişi sorgulandı ve yargılandı. Ancak daha kanunun yakasına yapışmadığı, çoğu yurt dışında yaşayan binlerce sanık var… Örgüt o kadar sinsi, o kadar büyük, o kadar tehlikeli ki, hâlâ daha bütün unsurlarıyla tespit edilebilmiş değil.
Düşününüz, Türk silahlı kuvvetlerinin general kadrosunun yarıdan fazlası bu örgütün kontrolüne geçmişti. Tek başına bu durum bile, felaketin büyüklüğünü anlatmaya yetiyor. Esas mesele şu ki, tam olarak ne zaman kurulmaya başladığı (Belki devletin özel kayıtlarında ve raporlarında bu husus doğru biçimiyle kayıtlıdır…) dahi, hâlâ kamuoyu tarafından kesin bilinmiyor. Şu sorunun cevabı önemli: Nasıl oluyor da, 1996’larda yani darbe kalkışmasından tam yirmi sene önce; varlığı emniyet yetkilileri tarafından tespit edilen, tehlike boyutu hakkında kitaplık çapta raporlar hazırlanan bir terör örgütü, bunca zaman göz göre göre semirip paralel devlet hâline geliyor ve nihayet devleti fiilen ele geçirmeye kalkışıyor?..
Öyle ya, darbe teşebbüsünden tam on iki yıl önce, yani 2004 yılında bu örgüt, Milli Güvenlik kurulu tarafından, devlet için tehlikeli bir yapılanma olarak tespit ediliyor ve ilgili tedbirler bu seviyede, devletin güvenliği açısından kararlara bağlanıyor… Evet, MGK raporlarıyla bu terör örgütü devlet için bir tehlike olarak tespit ve ilan ediliyor, ama nedense örgüte dokunulmuyor!.. Şubat 2012 yılında, MİT kompasıyla alenen uç veren, 2013 yılı Mayıs ayında; “Gezi Olaylarıyla” tırmandırılan ve aynı yılın 17/25 Aralık tarihlerinde, yargı darbesiyle sonuca götürülmek istenen darbe süreci, bunca hadiseye rağmen 15 Temmuz 2016 gününe kadar aksamaya uğramadan yürüyebiliyor! İşte işin püf noktası…
FETÖ örgütünün mahiyeti hakkında söylenenler hep yüzeysel kaldı. Bu örgütün Vatikan Devleti ve Papalıkla olan ilişkileri, ne ölçüde deşifre olmuştur mesela? “Gizli Kardinallik” hususu sadece bir iddia mıdır? 15 Temmuz gecesi; başta İncirlik Üssü olmak üzere; NATO teşkilatının bu ülkede konuşlu misyonlarında, darbeyle doğrudan veya dolaylı biçimde ilintili olarak neler yaşanmıştır? Millet Meclisini, Cumhurbaşkanlığı Külliyesini, Genelkurmay Karargâhını, Polis Özel Harekât Merkezini bombalayan uçak ve helikopterler kime aitti? ABD’li bakan ve generallerin ağzından dökülen ifşaat neyin nesiydi? Devrin ABD Dışişleri Bakanı John Kerry “Mekanizma harekete geçti…” derken neyi anlatıyordu? Yine dönemin ABD Merkez Kuvvetleri (CENTCOM) Komutanı Votel; “İlişkide olduğumuz bütün askerî liderler yakalandı veya tutuklandı…” diye yakınırken, hangi mesajları veriyordu? Asıl bu gibi sorular tam cevabını bulmadıkça, ihanet kalkışmasının mahiyeti de tam olarak anlaşılamaz. İçeride yapılan operasyonlar maalesef bir yönüyle hep eksik kalıyor.
Netice: Adil Öksüz ve benzeri figüranların tamamı ele geçirilmedikçe ve Pensilvanya’da oturmaya devam eden, FETÖ elebaşının Türkiye’ye iadesi temin edilmedikçe, biz 15 Temmuz’u daha çok konuşuruz!..