28 Şubat, 27 Nisan, “367 Sabih” ve diğerleri…

Sesli Dinle
A -
A +

28 Şubat Süreci… “Postmodern darbe” diye tanımlanan; asker ve sivil vesayet odaklarının iş birliği içinde tezgâhladıkları siyasi müdahaleyle, meşru hükûmetin iktidardan düşürüldüğü, demokrasinin bertaraf edildiği, insan hak ve hürriyetlerinin çiğnendiği, millî iradenin ve hukukun açıkça rafa kaldırıldığı, güya silahsız kuvvetlerin yürüttüğü (Oysa Sincan’da yürütülen nesneler silahlı kuvvetlerin tanklarıydı!) operasyonun adı. İki gün önce 26. yıl dönümü idi.

 

“Bin yıl sürecek…” denilen devr-i şeamet çoktan kapandı. Velakin bıraktığı derin yaralar sebebiyle bin yıl geçse de unutulmayacak bir siyasi cinayetler sürecidir!

 

27 Mayıs 1960’ta, faşist bir cuntanın yaptığı darbe ile kapısı aralanan askerî müdahaleler; 12 Mart 1971 Muhtırası, 12 Eylül 1980 Darbesi, mahut 28 Şubat 1997 Postmodern darbesi, 27 Nisan 2007 e-Muhtıra, nihayet 15 Temmuz İhanet kalkışması…

 

Özetle, her biri değişik iç ve dış odakların ortak tezgâhında dokunmuş, ihanet şebekelerince tatbikata konulmuş plan-projelerdir…

 

Daha önce bu köşede mükerrer olarak hepsine dair analizler yaptığımız için, bugün sadece 27 Nisan e-Muhtıra ve o muhtıranın değirmenine su taşıyan eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’na dair birkaç hatırlatmada bulunacağız.

 

Hukukla ilgili tavır ve uygulamaları sebebiyle bazı başsavcılar, ne yazık ki çok olumsuz bir imaj çizmişlerdir. İki gün önce yani 28 Şubat’ta hayatını kaybeden Sabih Kanadoğlu da bunlardan biridir. Hukuk kavramının istismar edildiği nadir durumlardan birinin faili hukukçu Sabih Kanadoğlu olmuştur. Şöyle ki, Anayasa ve Meclis İçtüzük hükümlerine apaçık şekilde aykırı olan yorumda bulunduğu için kendisine “367 Sabih” şeklinde bir lakap da takılmıştır!

 

Yaşı müsait olanların gayet iyi hatırlayacağı olay, Cumhurbaşkanlığı seçimi için Millet Meclisi’nin toplanma yeter sayısının yorumu ile ilgilidir. 2007’de, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı adayı olduğu seçim sırasında, o güne kadar asla söz konusu olmamış bir iddia ile üçte iki çoğunluk yani 367 milletvekilinin oturuma katılmasının şart olduğunu ileri sürdü.

 

Hukukun baskılandığı ve rafa kaldırıldığı bir ortamda, maalesef CHP’nin başvurusuyla Anayasa Mahkemesi de Kanadoğlu’nun görüşü doğrultusunda karar verdi ve seçim süreci kilitlendi.

 

Neyse ki, derhal seçimlere gidilerek mesele millete havale edildi. Ve Türk milleti, AK Parti’nin oylarını yüzde 34’ten (2002) yüzde 47’ye (2007) yükselterek krizi kökünden çözüverdi. Bu arada Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesini düzenleyen Anayasa değişikliği de referandumdan geçerek yürürlüğe girdi ve ülkede bambaşka bir dönem başladı.

 

Evet, “367 Sabih” şeklinde istihzaya maruz kalmış olan Sabih Kanadoğlu maalesef kendi eseri olan 367 garabetiyle, nesiller boyu hep menfi yönde anılacaktır. Çünkü o günün anormal şartlarında, hukuk biliminden ziyade vesayet odaklarından devşirdiği güç ve desteğe güvenerek, vatandaşın iradesiyle taban tabana zıt düşünceler üreterek, ülke yönetiminde ciddi buhrana sebep oldu…

 

Kanadoğlu’nun serdettiği o görüşlerin hiç de ilmî olmadığı, çok geçmeden meydana çıktı. Fakat ziyadesiyle tahribata yol açtı ve memlekete çok zarar verdi. Kanadoğlu’nun selefi ve ona benzer sivri bir hukuk yorumuyla, Refah Partisi hakkında kapatma davası açmış olan; ismi 28 Şubat süreciyle özdeşlemiş eski başsavcı Vural Savaş da, 15 Şubat günü sessiz sedasız öldü. Onunla ilgili olarak da, hükmümüz aynı.

 

Elbette yeni kuşaklar, hakkında olumlu düşünmeyecekler… Evet, hukuk eğitimi almış bir kişi olarak böyle bir hüküm serdediyoruz. Çünkü Vural Savaş da, hukuk kurallarından ziyade siyasi ve ideolojik dürtülerle mesleğini icra etti. Keza 2008 yılında, ekseriya gazete kupürlerinden derlediği sözüm ona delillerle, AK Parti hakkında kapatma davası açan dönemin Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya da mesleğiyle ilgili başarılı bir sınav verememiş kişilerdendir. O da vesayet odaklarıyla hemfikir olarak demokrasiyi örseleyen hukuki mütalaalarda bulundu…

 

28 Şubat Sürecinin güç istismarcısı, “kudretli” paşalarının bir kısmı artık hayatta değil. Bunlardan bazıları da yargılanıp hüküm giydi. Kimisi sağlık durumundan dolayı tahliye edildi. e-Muhtıra'yı kaleme almakla övünen dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt da bugün yaşamıyor…

 

Bu dünyadaki hukuk düzenlerinde, hak ve adaletin her zaman tecelli etmediği acı bir gerçektir! İltimaslar, kayırmalar, haksızlıklar, zulümler velhasıl haklı-haksız, suçlu-suçsuz tahkikatında, vicdanları rahatlatan adil neticelerin çoğu kere ortaya çıkmadığı fâni âlemde, bir şekilde yakayı kurtaranlar, öbür dünyada ilahi adaletle yargılandığında, çok farklı bir neticeyle yüz yüze gelmekten kurtulamayacaktır. Asıl hesap mizan kurulduğunda görülecektir…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.