Hukuk düzenine ve milli iradeye karşı suç işlemiş olanların, kanun önünde hesap vermesine nedense bazıları şaşı bakıyor! Ergenekon ve benzeri davaların gündeme gelmesiyle birlikte, bazı taşeronlar hukuki süreci mecrasından saptırmaya kalkıştı. Malum güruh koro halinde şu sloganı atmaya başladı: "Bu, rövanş alma hareketidir..." Bağımsız yargı tarafından yürütülen davalar, niçin ve nasıl rövanş olabilir ki? Bu sloganı atanlar da işin aslını biliyor, ama dayanacakları, sığınacakları bir şey kalmadığı için işi mugalataya döküyorlar. Aslına bakarsanız darbecilere, diktacılara ve postala her zaman çanak tutan rantçı ve fırsatçılara, şimdiye dek doğru dürüst hesap da sorulmadı, sorulamadı... 27 Mayıs Darbesi sonrasında, demokrasi yanlısı siyasi kadrolar imha edildiği için; 1965 yılına kadar, halkın iradesi istikametinde hükümet edecek yeni bir organizasyon oluşamadı. Bu arada devlet yönetiminde, bütün kontrolü ele geçiren askeri bürokrasi, 1971'de yeni bir müdahale ile hükümeti tekrar alaşağı etti. Sonuç itibariyle tam bir darbe etkisi yapan bu muhtıranın sahiplerine de hesap sorulamadı. Askerin müdahale alışkanlığı, 1980'de bu defa, daha kapsamlı şekilde tezahür etti!.. Rahmetli Özal'ın hayatta ve siyasette olduğu 1993 yılına kadar, asker siyasi taarruz yerine savunma mevzilerinde kalmayı seçti. Herhalde hücum için uygun ortam bulamamıştı. Özal'ın ölümünden sonra ortam yeniden ısındırıldı. Bu dönemde, bir tarafta bölücü örgütün tırmanan terör faaliyetleri; diğer taraftan devletin bununla mücadele stratejisini eleştiren generallerin, hâlâ karanlıkta olan suikastlarla ortadan kaldırılmasıyla, tekrar müdahale ortamı hazırlandı. Neticede 28 Şubat sürecine gelindi... Bu süreçte, özellikle muhafazakâr -dindar vatandaşlara yapılan zulmü, sırf içki içmediği, eşinin başını açmadığı için, bütün özlük haklarından yoksun bırakılarak; ordudan atılan subay ve astsubayların acıklı hikâyelerini, başörtüsü yüzünden okullarını bırakmak zorunda kalan öğrencilerin dramını, günlerdir medyadan izliyorsunuz... Peki bu cinayetlerin, bu kanunsuzlukların ve zulümlerin hangisinin hesabı soruldu ki?! Ve o hesap sorulamadığı için de, on yıl sonra, 27 Nisan 2007'de yeni bir "28 Şubat Süreci" devreye sokulmak istenmedi mi? 2002 yılından başlayarak, taa 2009 yılına kadar sayısız darbe planı (Sarıkız, ayışığı, eldiven, balyoz vs...) yapılıp icrası için de tatbikatlara başlanmadı mı? İşte bütün bunların hesabı sorulmalı ve bu anayasal suçları işleyenler de, artık hukuk devletinin işlediğini görsünler. Görsünler ki, bundan böyle başkaları da aynı yoldan yürümeye kalkışmasın! Milletin ve memleketin, bu uğurda ödediği faturalar hâlâ yetmedi mi?.. Mehmet Barlas, 28 Şubat'ın mağdur gazetecilerinden. Diyor ki; "Türkiye kendi tarihi ve geçmişi ile elbet hesaplaşmalı... Ama sadece dünü yargılayarak ve bitmez tükenmez bir hesaplaşmayı kan davası haline dönüştürüp kuşaktan kuşağa aktararak, sağlıklı ve istikrarlı bir siyasal yapıya kavuşmak da mümkün değil..." Sayın Barlas'a katılıyorum. Atasözümüz der ki; Kanı kanla temizlemek mümkün değil. Ama kendisine şöyle bir itirazım var: Acaba kim, hangi taraf işi kan davasına dökmüş, dökmeye devam ediyor? 1950 ve sonrasında, CHP'nin kazanamadığı bütün seçimleri "KARŞI DEVRİM" olarak algılayan kimlerdir? Sayın Barlas'ın onları iyi tanıdığını da biliyorum!..