Avrupa Birliği ellinci yılını kutlarken, 48 yıldan beri bu birliğe tam üye olarak girmek için çabalayan Türkiye acaba nerede bulunuyor? Kimilerine göre ülkemiz git gide AB'den uzaklaşıyor. Kimine göre ise, zaten AB Türkiye'yi hiçbir zaman almayacak, sadece oyalıyor... Eğer sadece Angela Merkel'in hangi mantıktan kaynaklandığı belli olmayan 50 yıl sonraki randevusuna veya Fransa'nın müstakbel devlet Başkanı olarak görülen Sarkozy'nin; "Türkiye'nin yeri Avrupa'dır" diyen De Gaulle'ün mirasını reddeden, söylemine bakılırsa bu sonuçların çıkarılması normaldir. Belli ki, Nicolas Sarkozy; De Gaulle'den ziyade, Avrupa'yı bir Hıristiyan kulübü olarak gören Valery Jiscard d'Estaing'i kendine kılavuz seçmiş!.. Bir papazın kızı ve Hıristiyan Demokratların lideri olarak Merkel'in de kafasında aynı düşünce yatıyor. Ama Avrupa böyle dar düşünen kafalardan ibaret değil. Nitekim AB Anayasası hazırlanırken Fransa eski başkanı d'Estaing ve yandaşları, böyle bir hükmü yerleştirmek için çok çabaladılar. Ama sonuçta onların dediği olmadı... Bugün üyelik sürecinin dalgalı vaziyette seyretmesi ve sonucun belirsiz gibi görünmesinin sorumlularından biri de bizatihi Türkiye'nin kendisidir. 1959, 63, 71'de gösterilen iradeyi; 1978 yılında kendisine tam üyelik için davet geldiğinde gösteremeyen Türkiye, daha sonraki süreçte kendisini AB'den uzaklaştıran olaylardan ve etkenlerden kurtulamamıştır. 1991'de "Soğuk Savaş" dönemi sona erip dünyanın siyasi dengeleri kökünden değişince; işler daha da zora girmiştir. Zira 1978'de kim bilebilirdi ki; çok uzak olmayan bir gelecekte Doğu Avrupa Ülkelerinin neredeyse tamamı AB'ye tam üye olacak... Ama 1978 de aralanan kapıdan girmek istemeyen Türkiye, dokuz yıl sonra; 1987'de bu defa aynı kapıyı kendisi çalınca; hiç de içeri buyur edici muamele görmeyecekti! Ama tutarsızlık ve kararsızlık yalnızca Türkiye tarafında görülen bir şey değildi tabii. 1997'de Türkiye üyelik için adaylığı bile uygun görülmezken, iki yıl sonra Helsinki Zirvesinde bu defa tam üyelik için adaylığa kabul edildi. Antalya'daki Türk - Alman Sempozyumunda kısaca hatırlatmaya çalıştım. O zirvede dönemin Türkiye başbakanı Ecevit'e yabancı gazeteciler sormuştu: "Efendim ne değişti de iki yıl önce reddedilen adaylığınız bu defa niçin kabul edildi?" Ecevit'in cevabı da sorulan soru kadar ilgi çekici idi: "Valla bunu bana değil, onlara sorunuz!.." Ben de Sempozyum'da Alman dostlarımıza şunu sordum: Hep Türkiye'nin fakirliğinden bahsediyorsunuz. Peki tam üye yaptığınız Estonya ve Romanya'nın (Bu arada Bulgaristan'ın) durumu bizden daha mı iyi? Daha iyidir diyen olmadı... AB'de 18 milyon Müslüman yaşıyor Evet, Türkiye Araştırmalar Merkezi Başkanı Prof. Faruk Şen'in de konuşmasında altını çizdiği üzere; bugün AB üyesi ülkelerde resmi rakamlara göre beş milyon 200 bin Türk yaşıyor. Bu rakam, 1957'de AB'nin kurucu ülkelerinden biri olan Lüksemburg nüfusunun tam on üç katı. Yunanistan nüfusunun yarısı ve Avusturya'nın da neredeyse tamamı kadar bir nüfus. Bugün Almanya, Hollanda ve Belçika'nın merkezi ve yerel parlamentolarında onlarca Türk kökenli milletvekili ve temsilci var. Yine resmi rakamlara göre, AB ülkelerinde yaşayan 18 milyon Müslüman var. Dolayısıyla AB'yi bir Hıristiyan kulübü şeklinde dizayn etmeye kalkışmak artık fiilen de mümkün değil. Ancak başka pek çok problemlerin, özellikle entegrasyon konusunda yaşanan zorlukların varlığı inkar edilemez. Altıncı Türk - Alman Sempozyumunda, özellikle Almanya'dan katılan konuşmacılar, entegrasyon konusu üzerinde çok durdular. Bu arada bazı konuşmacılar, özellikle Angela Merkel'in biyografisini de yazmış olan; Bonn Üniversitesinden Prof. Gerhard Languth; Almanya'da iki bin dört yüz kadar cami ve mescit bulunduğunu, Müslümanların kendi ibadetlerini rahatça yapabildiğini; ancak Türkiye'de yaşayan elli bin kadar Alman'ın bu imkandan mahrum bulunduğunu, Kilise tarafından gönderilen Protestan Papaz'ın ancak bir elçilik çalışanı olarak görev yapabildiğini, bu gibi konulara çözüm getirilmesi gerektiğini söyledi.