AB politikası nasıl olmalı?

A -
A +

Avrupa Birliği'nin çifte standartlı ve dürüst olmayan tutumunu irdeleyen dünkü yazımıza; bazı okuyuculardan farklı tepkiler geldi. Kimisi AB'nin bu etik olmayan tutumundan dolayı; Türkiye'nin de daha katı bir tavır içine girmesi gerektiğini seslendirirken; bazıları da ülkemizin tahriklere kapılmadan, soğukkanlılıkla ve sabırla yoluna devam etmesini salık veriyordu... Açıkçası, ben de bu ikinci gruptakiler gibi düşünüyorum. Yani Türkiye'nin 1959 senesinden beri; başka bir ifade ile 47 yıldan bu yana devam ettirdiği ve artık "devlet politikası" olarak teyid edilmiş olan AB'ye tam üyelik hedefinin; birtakım tahrik ve tuzaklara feda edilmemesi gerektiği kanaatindeyim. Dün de ifade ettiğim gibi; şimdiye kadar gerek AB Komisyonu'nun ve gerekse Fransa ile Almanya'nın başını çektiği (Türkiye'ye muhalefet cephesi)nin benzer kararlarına, tutumlarına, tahriklerine ve hatta sabotajlarına çok şahit olduk. Ancak zamanla bunların hepsi bir şekilde aşıldı ve işler belli bir noktaya geldi. Bundan ötesini de zorlamak lazımdır... Şu dönemde yaşadığımız sıkıntıların, büyük ölçüde geçmiş yıllarda yaptığımız kendi hatalarımızdan kaynaklandığını unutmayalım!.. Ama nedense bu hatalarımızı gerçek anlamda sorgulama ve irdeleme zahmetine katlanamıyoruz. Geçmişi şöyle bir "kuşbakışı"yla tarassut edelim: 1987 yılında Ecevit'in; "Onlar ortak biz pazar olmayacağız..." saplantısı ile ayağımıza kadar gelen fırsatı tepmeyip; Yunanistan'la birlikte üyeliğe başvursaydık; 1981'de tam üye olan bu ülkenin 20 yıllık engellemesine takılır mıydık acaba? Yahut 1980'de Kenan Evren, Yunanistan'ın NATO'nun askerî kanadına dönüşü yolundaki veto hakkımızı; kayıtsız şartsız feda etmeseydi, Türkiye daha güçlü bir pozisyonda olmaz mıydı? Daha yakın senelere gelelim: Şayet "Çözümsüzlük çözümdür..." politikasının simgesi haline gelen Rauf Denktaş'ı ikna edip; "Annan Planı", bir sene evvel müzakere edilseydi (2003 yerine 2002 yılında görüşülmeye başlansaydı), şimdi karşımıza çıkan Rum engeli çıkar mıydı? Bütün bunları (artık geçmişte olan oldu...) deyip es geçersek, yanlışta berdevam oluruz!.. Şu sıralarda muhalefet partilerinden bazıları, geçmişte yapılan bu hataları hiç dikkate almadan; iktidarı köşeye sıkıştırmaya, hatta ona yanlış yaptırmaya çalışıyor. Mantık aynı mantık!.. Neyse ki, halihazırda kişi bazında AB politikalarının bir numaralı sorumlusu olan Tayyip Erdoğan, AB cenahından gelen bütün etik dışı dayatmalara ve tahriklere rağmen; yolumuza kararlılıkla devam etmemiz gerektiğini, çok net olarak söylemeye devam ediyor. Başbakanın ve tabii hükümetin bu doğru ve kararlı tavrı, pürüzlerin aşılmasında en önemli etken mesabesindedir. Telaşa, endişeye mahal yoktur. Avrupa Birliği de kendi içinde meseleyi daha sorumlu biçimde ele almayı öğrenecektir. Geçmişte Almanya'nın Kohl başkanlığındaki Hristiyan Demokrat iktidarı, yıllarca Yunanistan'ı paravan olarak kullanıp Türkiye'yi uzak tutmaya çalıştı. Şimdi de onun mirasçısı Merkel aynı şeyi Jacques Chirac ile birlikte, Rumları kullanarak yapmaya çalışıyor... Ama görülüyor ki Merkel bir hayli acemi! Çünkü daha önce Fransa ve Avusturya ve Hollanda'nın Türkiye için pişirmeye çalıştığı "özel ortaklık" aşına, su katıp yeniden ısıtmaya çalışıyor. Neymiş efendim; sürecin sonunda tam üyelik olmazsa; Türkiye ile AB arasında NAFTA (Kuzey Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret Anlaşması) benzeri bir serbest ticaret rejimi kurulmalıymış... Madam Şansölye, yemezler bunu! Gümrük Birliği'nden daha geri bir serbest ticaret rejimini Türkiye niçin kabul etsin? Herhalde AB'nin stratejik menfaatleri gereği bir de, Türkiye'nin Avrupa Savunma Sistemine entegre edilmesini öneriyor Bayan Şansölye. Bu da bayat bir yemek. Türkiye üyesi olmadığı ve kararlarında söz sahibi olmayacağı bir birliğin muhafızlığını mı yapacak? Böyle bir şeyi kabul etmeyeceğini, Türkiye yıllardır, "Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği" projesi karşısında, gösterdiği kararlı tavrıyla ortaya koymadı mı? Merkel'in danışmanları, bu durumu kendisine bildirmemiş olamazlar... Bir şey daha hatırlatmak gerekiyor Mösyö Chirac ve Bayan Şansölye'ye; eğer günün birinde tam üyelik kapısı kapanırsa; bu durumda Avrupa Birliği ile yürütmesi gereken münasebetleri, bağımsız bir devlet olarak Türkiye kendisi belirler. O sebepledir ki, geçmişte Chirac'ın, şimdilerde ise Merkel'in başını çektiği bu "özel statü veya özel ortaklık" tezleri çağ dışıdır, geçersizdir. Dahası diplomatik nezakete de açıkça aykırıdır...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.