Devletin kozmik bilgilerine vakıf olan yetkililer, konuşmalarında ilgili yerlere bazen çok net mesajlar verirler... Ancak bu mesajlar, her zaman ve herkes tarafından tam ve doğru olarak okunmayabilir. Epeyce zamandır, Irak'ın kuzeyindeki Bölgesel Kürt Yönetimi'nin başkanı Mesut Barzani'nin Türkiye'ye dönük tahrikkâr sözleri gündemi işgal ediyor. Medyadaki kalem sahipleri de, kendi bilgi çapına ve çoğu kez de kişisel bakış açısına göre yorumluyor. Bazen bu yorumlara duygusal yaklaşım ve ideolojik etki de karışıyor! "Barzani kim oluyor? Koskoca Türkiye Devletine karşı nasıl böyle küstahça konuşabiliyor?.." türünden yükselen tepkilerin temelinde, milliyetçi duyguların katkı yaptığı heyecan var. Bu açık!.. Halbuki dış politika, heyecan yerine akıl ve mantığın hüküm sürdüğü bir alandır. Orada hamaset değil, stratejiye ihtiyaç vardır... Dünkü yazımızda bu iki kavramı başlığa çıkarak işlemeye çalışmıştık. Epeyce farklı tepkiler geldi. Memnun oldum. Şimdi önemli bir noktaya dikkatlerimizi hasredelim: Daha 12 Nisan 2007 tarihinde, Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt; "Barzaniye değil, onu konuşturana bakınız..." dememiş miydi? Büyükanıt'ın bir yerlere gönderdiği mesajı, aslında çok açık ve netti. Şimdi sıkı durun; Bölücü teröristlerin Gabar Dağında askerlerimize pusu kurarak; 12 Mehmetçiği şehit etmesinden sonra, Başbakan Erdoğan şunları söylememiş miydi? "5 Kasım'da ABD'ye yapacağım ziyarette bu konuları Başkan Bushla konuşacağız..." Malum kalemşorlar; aslında muhatabına çok açık bir mesaj mahiyetinde olan bu beyanı, tersine çevirip Başbakana yüklendiler. Erdoğan'ın sınır ötesi harekat için, Bush'tan icazet almaya çalıştığını ileri sürdüler. Oysa Erdoğan, terörün ve onun destekçilerinin güç aldığı kaynağı kamuoyu önünde bir nevi deşifre ediyordu. Ne yazık ki, her gün kendince kod ve şifre çözdüğünü söyleyenlerin çoğu, bunu anlayamamıştı veya anlamak istemiyordu... Hatırlayalım, Sayın Erdoğan İngiltere'ye resmi ziyaret için yola çıkarken; Dağlıca saldırısından sonra, ABD Dışişleri Bakanı Rice'ın kendisine telefon ettiğini ve birkaç gün mühlet istediğini de açıklamıştı. O Birkaç gün üzerinden birkaç gün daha geçti. Ama hâlâ ABD cenahından beklenen hareket görülmedi. Şimdi Bayan Rice Türkiye'ye geliyor. Belki de siz bu satırları okuyorken gelmiş olacak. Acaba koltuğunun altındaki dosyada, yeni bir şey olacak mı; yoksa şimdiye kadar olduğu gibi, yine bizi oyalamaya dönük birtakım laflar mı edecek?! Düğüm noktası burada... Başbakan, Salı günü Partisinin Grup Toplantısında; 5 Kasım'da Beyaz Saray'da Bushla yapacağı görüşmede söyleyeceklerini deklare etti. Erdoğan bilinen üslubu ile Türkiye'nin tavrını çok net biçimde ortaya koydu. "PKK terörü ile mücadele herkes için samimiyet testidir... Güvenlik ve huzurumuzu bölgedeki hesaplara feda etmeyeceğiz... Gerekli her türlü adımı atmaya kararlıyız, atacağız..." dedi. Burada "Bölgedeki hesaplar" ifadesine özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Eğer bazılarının yaptığı gibi, meseleyi sadece PKK veya Barzani noktasına indirgersek, büyük yanılgıya düşmüş oluruz ve esas büyük fotoğrafı kaçırmış oluruz. Kısa bir süre önce, Irak İçişleri Bakanı Ankara'ya geldi. Türkiye ile Irak arasında bir güvenlik anlaşması imzalandı. 1926'da yapılmış olan Türk - Irak Dostluk Anlaşmasına atıflarda bulunan bu anlaşma, önemli hükümler getiriyor aslında. Ayrı bir yazı konusu... Bu anlaşmaya Barzani büyük tepki gösterdi ve kendisinin onayı alınmadan Bağdat Hükümetinin böyle bir anlaşma yapmasının geçerli olamayacağını iddia etti... Şimdi olayların seyrini, bir kere daha gözden geçiriniz bakalım. Ne çıkıyor ortaya? Barzani'yi kim konuşturuyor? Türkiye'nin Başbakanı ile Genelkurmay Başkanı neden hep Amerika'yı işaret ediyor? En son ve en önemli soru da şu: Türkiye, Irak sınırına 150 bin askeri; sadece PKK bölücü örgütü için mi yığdı? Teferruatla uğraşmak yerine bu soruların cevabı üzerinde kafa yorsak daha yararlı olur!..