ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi'nde; Ermeni soykırım iddiaları ile ilgili tasarının müzakeresi sırasında; ABD'nin çoğu siyasetçilerinin dünya meseleleri hakkında ne kadar cahil ve kayıtsız oldukları bir kere daha görüldü. Bunların hemen hepsi, devletlerinin süper güç olma konumuna güvenip buna dayanarak; gayet kibirli ve başka ülkelerin hassasiyetleri konusunda tamamen kayıtsız ve laubali bir tutum içinde... Kaliforniya Temsilcisi Brad Sherman'ın şu sözlerine bakar mısınız: "Bir şey olmaz. Türkler bir süre bağırır, çağırır sonra da unuturlar..." Türkiye'yi yakından tanıyan az sayıdaki ABD'li diplomat, siyasetçi, yazar vs. böyle olmadığını onlara anlatmaya çalışsa da; kendilerini dinletemediler. Ermeni Diasporasının tek taraflı propagandasına kanarak; tamamıyla iç siyasi hesaplara yönelik bu tasarının aleti olan dar ve kısa görüşlü siyasetçiler; sonu belirsiz bir süreci tetiklediler. Galiba 60 yıllık Türk-ABD ilişkilerini temelinden dinamitlemek üzere!.. Bugüne kadar yaşanan çeşitli olaylar, zaten epeyce birikime yol açmıştı... Gerçekten 1947'den bu yana; çeşitli iniş-çıkışlara rağmen, Türk-Amerikan münasebetleri genel olarak "dostça" ve "müttefiklik" kavramı çerçevesinde devam etti. Ama dönem dönem bazı siyasilerin; "stratejik ortaklık" veya buna muadil müttefiklik seviyesine çıkardığı ilişkiler, uzunca bir zamandan beri oldukça sıkıntılı idi. Eğer çok farklı bir rüzgar esmezse; bu sıkıntılı durum daha da vahimleşmeye aday görünüyor. Ancak mevcut şartlarda, o farklı rüzgarın esmesi de çok zor... Türk-ABD münasebetlerinde yaşanan sıkıntılar çok çeşitli. Eğer Ankara ile Washington arasında derin bir çatlak meydana gelecekse, burada Ermeni tasarısı bardağı taşıran damla olmuş olacak. Ama öteden beri, Amerika'nın sürdürdüğü tutum yüzünden, zaten bu çatlak bir gün mutlaka oluşacaktı!.. Devletlerarası münasebetlerde kural olarak mütekabiliyet-karşılıklılık esastır. Ama başından beri "Süper Güç" olgusu bu esası hep göz ardı etti. Öyle dönemler oldu ki, Amerika Türkiye'ye de "Muz Cumhuriyeti muamelesi" yapmaya kalkıştı. Devletlerin hafızası güçlü olmak durumundadır... Bu bağlamda yaşanan bütün hadiselerin, her yönüyle kayıtlarda mevcut olduğunu belirtmek yanlış olmaz. Türkiye ne 1919'ların, ne de 1945 veya 47'lerin ve ne de 1960'ların Türkiye'sidir. Galiba bazı dostlarımız bunu anlamakta ve tefrik etmekte zorlanıyorlar. Dünyanın dengeleri de o dönemlerden çok farklı ve bazılarını hayli şaşırtacak derece değişiyor. Amerika Orta Doğu'da kendince büyük hesaplar yapıyor olabilir. Bu, kimsenin meçhulü de değil zaten. Ama o hesap ve planların isminin, "Büyük Orta Doğu Projesi" olması da; mutlaka doğru olduğu anlamına gelemezdi. Nitekim daha ilk adımda tökezledi. Türkiye'ye karşı yürütülen ikiyüzlü politikaların bir noktada duvara toslaması kaçınılmazdı... Amerika esasen, başta Irak meselesi olmak üzere çok zorda bulunduğu bir dönemde; kendisine en fazla yardımcı olabilecek kabiliyetteki bir ülkeye, çok akılsızca bir yaklaşım göstermektedir. Bu yaklaşımı, klasik Kongre-Yönetim zıtlaşması veya anlaşmazlığı diye açıklamak mümkün değildir. Amerika'yı biraz tanıyanlar, devlet kurumlarının (CIA, Pentagon, Dışişleri vb) ve Cumhuriyetçilerle Demokratların; ülke menfaatleri konusunda gerektiğinde ne denli iyi anlaşabildiğini de bilirler!.. Onun içindir ki, Ankara'ya gelen Eric Edelman'ın veya onun patronu Bayan Rice'ın veya onun da patronu Bay W. Bush'un; Türk yetkililerine: "Ne yapalım çok uğraştık ama Bayan Pelosi'yi ikna edemedik..." türünden bir mazeret bildirmeleri geçerli olamaz. Kongredeki mağrur temsilcilerin de anlayacağı şekilde ABD'ye güçlü bir mesaj verilmesi kaçınılmaz görünüyor. Aksi halde ilişkiler daha çok zarar görebilir... Bu mesajın ne olabileceğini herhalde çok uzun olmayan bir süre içinde görebileceğimizi düşünüyorum.