Acıklı hikâyeleri hep dinliyoruz ama...

A -
A +

Dört günden beri, Van-Erciş depremindeki gelişmeleri üzüntü içinde takip ediyoruz. Yaşanan acının kelimelerle anlatılması imkânsız. Ölümlerin her biri, yürekleri burkan ayrı birer dram. Ancak şurası da acı bir hakikat ki, geçmişte yaşanan benzer felaketlerden hiç ama hiç ders çıkarmamışız! 1999 Marmara depremindeki yıkıntı manzaraları ile Van-Erciş'teki görüntüler, neredeyse bire bir aynı. Yani beş altı yıl önce yapılmış olan çok katlı binaların kâğıt gibi yırtılması... Kendi eliyle yaptığı dört katlı binada, eşini; dört çocuğunu ve annesini kaybeden vatandaş, tarifsiz acılar içinde feryat ediyor: "Meğer kendi elimle yuva değil, tabut yapmışım..." İşte meselenin püf noktası burası. Zamanında gerekli dikkat ve hassasiyeti göstermediğimiz için, sonuçta yıkım da böyle büyük ve kaçınılmaz oluyor. Yapılan bütün ikazlara rağmen, "Bir şey olmaz..." vurdumduymazlığı ile hareket ediyoruz. Can güvenliğini hiçe sayıyoruz. Malı cana tercih etme gafletini gösterip, sonuçta her ikisinden de oluyoruz. Toplum ve bireyler olarak bu sorumsuzluğu maalesef her yerde gösteriyoruz. Sadece bina yapımında değil, her alanda. Trafikte emniyet şeridini ahmakça kapattığımız için, kaza ve yangın esnasında ambulans ve itfaiye araçları olay mahalline varamıyor. Sağlık ekipleri alet edevatıyla yürümek zorunda kalıyor. İşte bunun izahı yok!.. Her felaketten sonra acı feryatların yükselmesini görmek ve izlemek istemiyorsak, tez elden yapılması gerekenleri yerine getirmemiz lazım. Van-Erciş'teki depremin aynısı Şili'de meydana geldi. Yanlış hatırlamıyorsak, üç veya altı kişi hayatını kaybetti. Kaldı ki, Şili öyle çok gelişmiş bir ülke de değil. Latin Amerika'nın klasik askeri darbelerinden çok çekmiş, fakir bir memleket. Ama bina yapımı ve şehir plancılığında, işi şirazesinden çıkarmamış. Erciş'in köylerindeki kerpiç evlerin yıkılması, bir yere kadar anlaşılabilir. Ama daha yeni yapılmış üstelik mühendislik hesap ve projelerinin mecburi olduğu çok katlı binaların, peynirdenmiş gibi çöküp dağılmasına ne diyeceğiz? Bunun sorumlusu yalnızca bina sahibi ve müteahhitler değil. Belediye Encümeninden İmar İskan Bakanlığına, mimar-mühendis odalarından, yapı denetimi ile ilgili her birim ve kişiye kadar, hepimiz ama hepimiz sorumluyuz! Böyle afetlerde hayatını kaybeden vatandaşların vebali, bu olaylarda kusur ve ihmali bulunan herkesin boynundadır. Ona göre hepimiz yüklendiğimiz görev ve yetkilerin sorumluluğunu artık idrak etmeliyiz. Yoksa hem bu feryatları dinlemeye devam ederiz, hem de bu tür yazıları hep yazmak zorunda kalırız. Depremden 47 saat sonra enkazdan canlı çıkarılan 14 günlük Azra bebek, bizleri bir parça sevindirebilir ama, felaketin bıraktığı derin izleri silemez. Bazen bu canlı kurtarma sevincimiz pek uzun da sürmeyebilir. Tıpkı sırtındaki ceset sayesinde birkaç saat canlı kalabilen 13 yaşındaki Yunus gibi... Hastaneye bile ulaştıramadan, ne yazık ki onu da kaybettik! Ne diyelim, afetzedelere Allahü teala yardım etsin, sabır ve tahammül gücü versin.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.