Halk arasında buna benzer ifadeler çoktur. Temelsiz, gerçekleri yansıtmayan şeyleri konuşan ve ayağı yere basmayan iddialarda bulunanlar için, genellikle "karnından konuşuyor..." tabiri kullanılır. Bazen de bu türden konuşanlara şöyle denilir: "Kardeşim hoş konuşuyorsun ama, kusura bakma boş konuşuyorsun!.." Şu sıralarda hoş ve boş konuşanların sayısı hayli kabarık. Kimileri de ezbere konuşuyor. Geçmişte pek çok ezber bozulduğu hâlde, kimileri aynı ezberi ısrarla tekrar ediyor. 27 Mayıs Darbesinde hangi ünlü gazetecilerin rol aldığı sanki bilinmiyor... Hele hele "9 Mart Cuntası" içindeki gazeteci sayısının kabarıklığı hiç hatırlanmıyor. Aynı durum 12 Eylül askerî müdahalesi ve 28 Şubat süreci için de geçerli... Gazetecilik mesleği adına dayanışma tavırları, giderek farklı zemine kayıyor. Fikir özgürlüğü, basın özgürlüğü elbette sonuna kadar savunulması gereken bir haktır. Ancak basın özgürlüğü ile alakası olmayan faaliyetleri, bu çerçevede değerlendirmeye kalkarsanız, durum değişir. Kimileri bunu, bir dönem askerî darbeye davetiye çıkaran rektörlerin eylemlerine benzetmeye, cumhuriyet mitinglerindeki havaya sokmaya gayret ediyor... Fırsattan istifade durumdan vazife çıkaran, şov yapan olabilir ama, kimi kalemlerin de bunlara alet olması üzüntü verici. Hele hukuk eğitimi almış yazarların, hukuk kurallarını göz ardı eden açıklamaları şaşırtıcı! Oysa herkes bilir ki, hukuk kuralları şahıslara göre değişmez ve esnemez. "Filancaya kefilim..." türünden bir aklama gayretinin yasal hiçbir geçerliliği olamaz. Pazar günkü (6 Mart) yazımızda bu konuyu epeyce irdelemiştik. Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz de, süreç hakkında ilk defa bir açıklama yaparak şunları söyledi: "Kimse suç işleme ayrıcalığına sahip olmadığı gibi, mesleği veya makamı nedeniyle de ayrıcalıklı muameleye tabi tutulamaz. Yürütülen soruşturma kapsamındaki bilgi ve belgelerin suç isnadı için yeterli olup olmadığı konusunda değerlendirme sorumluluğu, görev ve yetkilerini kanundan alan savcılığımıza aittir. Kimse tarafımıza emir veremez..." Öz'ün yazılı açıklaması çok şeyi anlatıyor. Bilir-bilmez yapılan eleştirilere de gayet net cevaplar var. Son tutuklamalarla ilgili olarak şunu söylüyor mesela: "Yürütülen soruşturma, bir kısım basın mensubunun gazetecilik görevleri, yazdıkları, yazacakları yazılar, kitapları ve ileri sürdükleri görüşlerle ilgili olmayıp, 'Ergenekon' terör örgütü soruşturması kapsamında elde edilen ve soruşturmanın gizliliği nedeniyle bu aşamada açıklanması mümkün bulunmayan bir kısım delillerin değerlendirilmesi sonucu yapılması zorunlu hale gelen hukuksal bir işlemdir..." "Bu aşamada açıklanması mümkün bulunmayan gizli deliller" nedir bilmiyoruz. Tıpkı ülkenin askerî güvenliği açısından hayati önemi haiz 162 bin belgenin içeriğini bilmediğimiz gibi. Keza "ulusalcılık ve vatanseverlik" adına, içinde fuhuş çetelerinin de olduğu tezgâhları kurup; şantaj yapan ve üst düzey askerî personeli güdümüne alan şebekenin yaptıkları, ne zaman gün yüzüne çıkacak bilmiyoruz. Ama tarihe baktığımızda, hiç ummadık yerlerden ülkenin nasıl hançerlendiğini az çok biliyoruz. Yani dememiz o ki, yalnızca görüntüye ve söylemlere bakarak hüküm vermek, bizi fena hâlde yanıltabilir. Ağzı olan konuşuyor ama, unutmayalım bir vakitler, Hristiyan âleminin en azılı casusları, İstanbul'un ünlü camilerinde imamlık dahi yapmıştır!..