Gazeteci Uğur Mumcu cinayetinin üzerinden tam 18 yıl geçti. Dün bu vesile ile çeşitli etkinlikler vardı. Mumcu ve benzer şekilde karanlıkta kalmış diğer ünlü isimlerin katli ile ilgili açıklamalar, yorumlar, eleştiriler ve çağrılar yapıldı... Söylenenlere ve yazılanlara baktığımızda, bu alanda pek bir ilerleme olmadığını, hemen herkesin dağarcığındaki bilgileri, daha çok yanlış ezberleri tekrarladığını, kimilerinin ise, hâlâ ideolojik körlük veya taassupla başka zeminlerde fikir yürüttüğünü görüyoruz. Uğur Mumcu'nun öldürülüşü, bu ülkedeki en sansasyonel olaylardan biridir... hadisenin hemen ardından düzenlenen mitingler, atılan kışkırtıcı sloganlar ve medya organlarına pompalanan haber ve yorumlar fazlasıyla dikkat çekici idi. Hatırlayabildiğimiz kadarıyla, ilk defa bir cenaze töreninde alkış tutuluyordu. Daha ilk dakikadan itibaren cinayetin faillerine dair, "radikal dinciler" diye bir tez ortaya atıldı.. Ama fiiliyatta bütün dindarlar, toptan hedef tahtasına oturtuldu. Bu kesim üzerinde âdeta terör estirildi! Cinayetle ilgili olarak onlarca kişi yakalandı ve yargılandı. Bazıları hüküm de giydi. Ama herkes biliyordu ki, bu yakalanan ve yargılananlar asla olayın faili değildi... Peki ne yapılmak isteniyordu? Niçin asli failler ortaya çıkarılmak istenmiyordu? En önemlisi, asıl failler kimdi? Belki de öncelikle şu soruyu sormak lazımdı: Uğur Mumcu niçin öldürülmüştü? Hangi özelliklerinden dolayı hedef olmuştu? Sadece yazdıklarından dolayı mı ölüm listesine girmişti? Yakınları hâlâ inkâr etse de, Mumcu'nun birtakım devlet mekanizmaları ile ne gibi bağlantıları vardı?.. Bu noktalar vuzuha kavuşmadan cinayetin aydınlatılması da mümkün olamazdı. Ama bu noktaların ne zaman gün ışığına çıkacağı belli değil. Halihazırda bu cinayet üzerinde kalın bir sis perdesi var... Sadece bu değil, Muammer Aksoy, Turan Dursun, Behiye Üçok, Necip Hablemitoğlu, Taner Kışlalı vs. hepsi karanlıkta. Yıllardan beri seslendirilen çok ciddi iddialar orta yerde duruyor. Pek çok araştırma komisyonları filan da kurulduğu halde, kamuoyunu tatmin edecek resmî bir sonuç çıkmadı. Ama herkes anladı ki, bu cinayetler çok derin unsurların karıştığı olaylardır. Öylesine derin unsurlar ki, bazen faş olması halinde devletin dahi çökmesinden endişe edildiği ifade edildi. İşte dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'ın, Mumcu'nun eşine söylediği aynen bu!.. Hal böyle olunca, bütün yapılan ve yazılanlar sonuç olarak Nasreddin Hoca'nın karanlık yerde kaybettiği iğnesini, aydınlıkta aramasına benziyor. Mevcut tablonun başka izah yolu yok. İşi çözecek olan mekanizmaları yönlendiren irade, bu cinayetlerin aydınlatılmasını istemiyor! Bu kadar basit. Ama her zaman da işler planlandığı gibi gitmeyebilir. Günün birinde hiç beklenmedik şekilde, bir yerlerden bir patlak verir ve üstü örtülen pislikler açığa çıkıverir... Mesela 18 yıl aradan sonra, Binbaşı Cem Ersever'in cinayet sonrası görüntüleri faş oluverir! Ersever'in ellerinin önden bağlı olması bile, tek başına çok ama çok şeyi ifade eder... Şu sıralarda Bitlis'in Mutki ilçesinde, yapılan kazılarda kemikleri topraktan fışkıran faili meçhullerin hesabı tam olarak sorulabilirse, er veya geç sis perdesi altındaki olaylar net olarak açıklığa kavuşturulabilir. Yeter ki iz sürme istikameti doğru olsun. Ancak hâlâ daha şaşırtmaca veriliyor! Ne yazık ki bazıları, bu şaşırtmacaları yutuyor...