Alamanya, Alamanya...

A -
A +

Alman Hıristiyan Demokrat Parti Başkanı Angela Merkel, Ankara temasları sırasında, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğine karşı çıkan partisinin geleneksel politikasını tekrar seslendirdi. Türkiye'ye tam üyelik yerine, "İMTİYAZLI ORTAKLIK" gibi, ne idüğü belirsiz ve bundan önce üye olmuş veya olacak hiçbir ülke için gündeme gelmeyen garip bir teklifte bulundu... Tabii Merkel'in bu anlamsız ve Türkiye'yi ikinci sınıf muamelesi yapmak isteyen teklifi kesin bir dille reddedildi, basına yapılan ortak açıklama sırasında da, Başbakan Erdoğan bir kere daha belirtti ki, böyle bir şeyin düşünülmesi ve kabulü asla söz konusu değildir!.. Kohl iktidarı ve Türkler Hıristiyan Demokratların öteden beri Türklere şaşı baktığı bilinmeyen bir şey değil. İşte buna dair küçük bir anekdot; 1982 senesi idi... Malatya Otogarında, Van'dan gelecek otobüsün yolunu gözlerken, vakit geçirmek için omuzunda çantasıyla bekleyen aynı durumdaki bir turistle havadan sudan konuşmaya başladık. Derken, arkeoloji profesörü olduğunu öğrendiğim ve Türkiye'yi su yolu yapmış, Nemrut Dağı'na da dördüncü gezisini yapan bu Alman vatandaşı ile daha ciddi konulara girdik. Almanya'da seçimler yeni yapılmış ve Hıristiyan Demokrat Partinin Helmut Kohl başkanlığında tam on dört yıl sürecek iktidarının ilk günleri başlamıştı. Almanya'daki işçilerimiz için nasıl bir durum söz konusu olabilir, diye sordum. Cevabı hiç de iç açıcı olmadı. "Maalesef Türkler için daha zor bir dönem başlıyor..." dedi. Nitekim hatırlanacaktır, 1980'li yıllar boyunca pek çok gurbetçimiz kesin dönüş yapmak zorunda kaldı ve bunların ekseriyeti de hak mağduriyetine uğradı. Yol arkadaşım Alman Profesör, Almanya'daki Türkler hakkında geniş değerlendirmeler de yaptı. Sözünün bir yerinde şöyle dedi: "Buraya gelince şaşırıyorum... Bizim ülkemizdeki Türklerle, burada gördüğüm Türkler arasında büyük değişiklik var. Münih'te, Köln'de yaşayan birçok Türk kadını, burada sadece köylerde gördüğüm kıyafetleri giyiyor..." İsmini çoktan unuttuğum profesör, yüzüne dövme yaptıran Urfalı kadınların giyimini anlatıyordu. Ama gözlemleri yerinde idi ve önemli tespitleri vardı. Diyordu ki; "Bunların büyük bir kısmı, Türkiye'de bile bir büyük şehre gitmemiş. Direkt kendi köyünden kalkıp Almanya'ya gelmiş... Tamamen yabancısı olduğu bir ortamda yaşamaya çalışıyor. Ama büyük zorluklarla karşılaşıyorlar. Bir de Türkler dağınık ve organize olabilmiş değil. Onun için problemlerine kolayca çözüm bulamıyorlar. Halbuki İtalyan ve İspanyollar tam tersine iyi teşkilatlanmış durumdalar. Bu yüzden birbirlerine daha çok yardımcı olabiliyorlar..." Evet, 1962 yılından itibaren kafileler halinde, ellerinde tahta bavullarla daha önce hiç görmedikleri, yolunu-yordamını, dilini bilmedikleri yabancı diyarlara gönderdiğimiz ve genellikle ülkenin en fakir kesiminden olan bu vatandaşlarımızı, yıllarca hiç arayıp sormayacak, adeta unutulmaya terk edecektik. Bu insanlar ne yapar, ne yer ne içerler? Nerelerde barınırlar? İbadet edecek yerleri var mıydı? Her yönüyle yabancı oldukları bir ortamda, hayatın zorlukları ile nasıl baş edebilirlerdi? Çoluk-çocuğunu da götürmüş olanlar, onlara nerede eğitim verebilirdi? Verebiliyor muydu? Bunun gibi onlarca soru vardı ancak, hiçbirine dişe dokunur cevap vermek mümkün değildi. Her sene yaz aylarında izin yapmaya gelen bir kısmını gördüğümüz, kısmen Almanlara benzeyen kıyafetleri ile, o güne kadar pek fazla görmediğimiz radyo-teyp, fotoğraf makinesi vb. aletler ve devrine göre Türkiye için lüks olan arabalarıyla, biraz "BAŞKA İNSANLAR" gibi gördüğümüz bu gurbetçilerimiz, şimdi artık pek kullanılmayan lakaplarıyla "ALAMANCILAR", acaba bugün ne durumda? Onların ve "ALAMANYA"nın şimdiki durumunu yarın ele alalım.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.