Son günlerde, anayasa değişikliği ve referandum tartışmaları yeniden gündemi işgal etmeye başladı. Aslında Türkiye on yıllardan beri bir anayasa problemi yaşıyor!.. Bunun sebebi, ülkenin 1960'tan bu yana, sivil iradenin eseri olmayan anayasalarla yönetiliyor olmasıdır. 1961 Anayasası, 27 Mayıs darbesini gerçekleştiren Milli Birlik Komitesinin damgasını taşıyordu... Ona rağmen belli açılardan "demokratik" olduğu iddia edilen ve yine belli siyasi kesimlerce öyle kabul edilen bir temel kanundu. Ancak 12 Mart 1971 Muhtırasından sonra, "Bu anayasa ile ülke idare edilemez..." denildi ve yanılmıyorsak iki paket halinde, 1961 Anayasasında hayli kapsamlı değişiklikler yapıldı. Daha önce de bu köşede kaydettiğimiz gibi, Sayın Demirel anayasadan şöyle şikayet ediyordu; "Meclis'in üzerine çıkarılmış bir anayasa mahkemesi, hükümetin üzerine çıkarılmış bir Danıştay ile karşı karşıyayız!.." Değişikliklere rağmen, herhalde ülke yine de yönetilemedi ki, 1980 ihtilali patlak verdi! Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Org. Kenan Evren o günlerde il il dolaşarak meydanlarda yaptığı konuşmalarda, vücut dilini de kullanarak şöyle diyordu: "1961 Anayasasının bize diktiği elbise çok bol geldi. O yüzden de içinde oynamaya başladık..." Derken 1982 Anayasası hazırlandı. O da Milli Güvenlik Konseyi'nin damgasını taşıyordu... 1982 Anayasasında, 1961 sonrasında yaşanan sıkıntılar dikkate alınarak düzenlemeler yapılmaya çalışıldığı ortada. Ancak bu defa başka taraflar aksamaya başladı. Türkiye'de demokrasi standardının yükseltilmesi, insan hak ve hürriyetlerinin genişletilmesi ve garanti altına alınması, yani kısaca Kopenhag kriterlerinin yakalanması için gösterilen gayretler hep Anayasaya takıldı. Birtakım yeni kanunlar çıkarıldı ama, bunların Anayasa ile uyumlu hale getirilmesi hiç de kolay olmadı. Bir taraf düzeltilirken başka taraflar hep aksamaya devam etti. Yörük göçünün yolda düzelmesi misali, bir yandan AB yolunda ilerlemeye çalışırken, diğer taraftan da hukuki ve siyasi mevzuatı düzeltmeye gayret ediyoruz. Ama dengeyi bir türlü tam olarak tutturamıyoruz. Çünkü Anayasanın ruhu ve mantık yapısı itibariyle yeni baştan ve tümüyle şekillendirilmesi gerekiyor. Öbür türlü durum yamalı bohça misali, iyi bir görüntü vermiyor. Türkiye çeyrek asırdan beri konuştuğu özelleştirme meselesini hâlâ da bir türlü halledememişse, bunda aslan payı 1982 Anayasasına aittir! Cumhurbaşkanlığı yetkileri ile özelleştirme karşıtı hükümler birleşince iktidarların eli kolu bağlanıveriyor... Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Sayın Burhan Kuzu'nun uzun zamandan beri üzerinde çalıştığı ve basına yansıyan bilgilere göre elli madde civarında bir hacme sahip olan değişiklik paketi, zaman zaman tartışma konusu oluyor. Bu çapta bir değişikliğin yakın zamanda gerçekleşmesi zor görünüyor. Ancak belli ki, ülkenin çok önemli meselelerine (YÖK, Orman Vasfını Kaybetmiş Araziler, Yargı denetimi dışında tutulan idari kararlar vs.) bir çözüm getirebilmek için, mahdut sayıda Anayasa maddesini değiştirmek mecburiyeti ile yüz yüzedir. Bunu gerçekleştiremediği takdirde, seçmenlerine hesap verebilmesi zordur. Ancak Meclis içindeki ve dışındaki muhalefet çevreleri, Anayasa değişikliğine karşı ciddi bir direnç gösteriyor. Kendilerine göre bunun sebebi, mevcut iktidarın gerçekte Anayasa değişikliğini gerçekleştirmeye hak kazanmış bir çoğunluğa sahip olmamasıymış! Bu konuda çok çeşitli argümanlar ileri sürülüyor. Temelde Anayasa gibi devleti şekillendiren önemli metinler üzerinde geniş bir mutabakatın sağlanması aranır elbet. Ancak bunun yolu sadece Millet Meclisi'ndeki oy oranı da değildir. Referandum gibi, doğrudan halka müracaat müesseselerini de devreye sokmak mümkündür. Nitekim 1961 ve 1982'de, olağanüstü şartlarda hazırlanan anayasalar halkoyuna sunularak bu mutabakat ve meşruiyet sağlanmadı mı? Millet iradesi esas olduğuna göre, gerektiğinde buna başvurmakta tereddüt edilmemelidir.