Anayasa değişikliği, daha doğrusu Türkiye'nin mübrem ihtiyacı olan yeni bir anayasa için; siyasi süreç ne yazık ki, başarılı şekilde yönetilemedi!.. Şayet bu süreç gerektiği gibi yönetilebilseydi, herhalde ülkenin son iki-üç yılda yüz yüze kaldığı kimi krizler yaşanmayacaktı... Başbakan Erdoğan, son zamanlarda her vesile ile yeni bir anayasal düzenlemeye ihtiyaç bulunduğunu dile getiriyor. Ancak Sayın Erdoğan'ın kast ettiği, kısmi bir değişikliktir ve böyle bir düzenleme Türkiye'nin ihtiyacını karşılamaktan çok ama çok uzaktır. Anayasalar öyle sık sık, üzerinde oynanması gereken hukuki metinler değildir. Çünkü her değişiklik anayasanın bütününde önemli çelişki ve tutarsızlıklar da meydana getirir. Halen yürürlükte olan 1982 Anayasasının karşılaştığı durum tam da böyledir! Mevcut anayasada şimdiye kadar tam on altı defa değişiklik yapıldı. 10. ve 42. maddede yapılan değişiklik Anayasa Mahkemesi tarafından çok tartışmalı bir kararla iptal edildi. Diğer on beş değişiklikle bu Anayasanın önemli bir kısmı değişikliğe uğratıldı. Bazı maddeler birden fazla kere değiştirilmiş oldu. Keza bazı değişiklikler prosedür ve uygulama alanı bakımından yeni problemler getirdi. Mesela: Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi hükmünü getiren değişikliğin uygulanma biçimi ve zamanı hakkında, böyle bir tereddüt doğdu. Çok gereksiz tartışmalar yaşandı. Oysa anayasa hükümlerinin anlaşılması ve uygulanması alanında bu kadar kafa karışıklığı olmamalı. Tekrar bugüne gelirsek, iktidar biraz da; AB müktesebatına uyum çerçevesinde yapılması zorunlu hale gelen, siyasi partilerin kapatılmasının Venedik Konvansiyonuna uygun hale getirilmesi ve kamu denetçiliği müessesesinin (ombudsmanlık) kurulması, bunun yanında Anayasa Mahkemesinin oluşumunun yeniden düzenlenmesi (yargıç sayısı vs.) ve Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı gibi, esas ve zaruri olan değişiklikler yanında kozmetik kaçan küçük değişikliklerle yetinmek niyetinde. İşte burada da Türkiye'nin anayasa problemi bir defa daha çözümsüz kalmaktadır. Zira her değişiklik, yeni bir anayasa yapılmasını biraz daha geciktirmektedir. 2007 yılı sonlarında "Bilim Kurulu" tarafından hazırlanan taslağın, kamuoyuna yeterince mal edilememesi ve daha da ötesi, izlenen yöntem sebebiyle bunun sadece AK Parti'nin görüşünü yansıtan bir metin gibi algılanması, yeni anayasa çalışmalarını çok olumsuz bir atmosfere soktuğu gibi, daha sonra vukua gelen siyasi gelişmeler sebebiyle Millet Meclisi'nin anayasa yapma yetki ve kabiliyeti de önemli ölçüde gölgelenmiş oldu! Anayasa yapma yetkisi ve görevine dair, Meclis'in üzerine haksız biçimde düşürülen bu gölgenin bir an evvel kaldırılması gerekiyor. Bu noktada, parlamentoda kahir ekseriyete sahip olan AK Parti'ye büyük görev düşmektedir. İki hususta acilen harekete geçmek lazım. Birincisi "yeni anayasa" konusunda kamuoyunu tam ve doğru şekilde bilgilendirmek. İkincisi de bu alanda bütün partilerle bir konsensüse varmak için gerekli siyasi zemini hazırlamak. Ancak maalesef hâlihazırda bu noktada ciddi bir faaliyet görülemiyor...