Dünya fani, ölüm gerçek... Gerisi teferruat. "Hayat hayaldir!" buyurmuş Din Büyükleri... İslam Alimleri ölümü öyle mükemmel, öyle muhteşem anlatmışlar ki... Milyonlarca cilt kitap, herkesin; "her nefsin" kaçınılmaz akıbeti olan ölümü ve sonrasını insanlara izah etmek için yazılmış. Muteber din kitaplarında şöyle diyor: "Kader değişmez. Kaza, kadere uygun olarak meydana gelir..." Kur'an-ı kerim, bu dünyada nefeslerin sayılı olduğunu, mealen şöyle haber veriyor. "Ecel bir an gecikmez ve vaktinden önce gelmez." Merhum Muhsin Yazıcıoğlu, çileli geçen hayatında pek çok kaza atlattı. Demek ki "Ecel-i müsemma" ona bu kazada gelecekmiş... Ölümü şairler de hep terennüm etmiştir. Mesela: Yahya Kemal'in "Sessiz Gemi"si... "Artık demir almak günü gelmişse zamandan/ Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan" Bu gemi, bazen uçak, bazen helikopter olur. Bazen tren, bazen gemi olur... Yani yolculuk havadan veya karadan veya denizden olabilir. Değişmeyen şey, geride kalanların durumudur. "Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli/ Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli..." Bu mısralar tam da BBP Genel Merkezinin önünde, günlerce ümitle bekleyen; "Muhsin Başkan"ın gönüldaşlarını, ülküdaşlarını tasvir etmiyor mu? Fakat heyhat!.. "Biçare gönüller, ne giden son gemidir bu/ Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu." "Dünyada sevilmiş ve sevilen nafile bekler/ Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler." Yahya Kemal, son yolculuğa çıkanların niçin geri gelmediğini de kendince şöyle tahmin ediyor: "Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden/ Birçok seneler geçti dönen yok seferinden." Acaba isteseler de, geri dönebilirler miydi?! Yahya Kemal'den bin dört yüz sene evvel yaşayan ve Peygamber Efendimizin (Aleyhisselam), İslam dini ile dünyayı aydınlatacağını haber veren Kuss Bin Saide; "Sûk-u Ukaz" panayırında irad ettiği meşhur hitabesinde, bu meseleyi daha farklı yorumluyor... Diyor ki; "Ma lî? Era-nnâse yezhebûne velâ yerciûn!/ Erâdû bilmukâmi, fe kâmû?/ Em turikû hunâke fe nâmû? - Bana ne oluyor? (Bu ne acîb haldir?) Görüyorum ki, insanlar (ahirete) gidiyor ve hiçbiri de geri gelmiyor! Acaba onlar gittikleri yeri çok beğendiler de mi kalıverdiler? Yoksa onlar oraya terk edildiler de, uyuya mı kaldılar?.." Muhsin Yazıcıoğlu, çeyrek yüzyıl önce mahpushanede; sanki bu son günlerini dile getirmiş... "Bir coşku var içimde bugün kıpır kıpır/ Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum... Ben sonsuzluğu düşünüyorum/ Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum/ Durun kapanmayın pencerelerim/ Güneşimi Kapatmayın/ Beton çok soğuk, üşüyorum." Muhsin Başkan'ın arkadaşları, "Üşüyoruz, Koca Reis" diye, seslerini duyurmaya çalışıyor. Fakat Reis, artık ses vermiyor!.. Galiba o artık üşümüyor... Öyle değil mi Koca Reis?! "Sonsuzluğun sahibine ulaşmak" isteyenler için, ölüm "âsude bahar" ülkesidir. Yahya Kemal bunu da "Rindlerin Ölümü"nde şöyle anlatıyor: "Ölüm âsûde bahar ülkesidir bir rinde/ Ruhu her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter/ Ve serin serviler altında kalan kabrinde/ Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter." Evet... Hikayenin özü şu: Müminin kabri, cennet bahçelerinden bir bahçedir. Orada her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter. Gönüllerde taht kuran Muhsin Başkan'a, onunla birlikte ahirete göçen dava arkadaşlarına ve ömrünün son anlarında bile haberciliği sürdüren, imdat sesini duyurabilen ve fakat ne yazık ki, kendisine yardım elinin uzanamadığı sevgili meslektaşımız, İHA muhabiri İsmail Güneş'e; Allahu teâlâ'dan rahmet, kederli ailelerine, mesai arkadaşlarına, sevenlerine ve bütün Türk Milletine sabır ve başsağlığı dileriz.