Mahut "367 Kararı", 27 Nisan 2007 e-muhtırası ile âdeta eş zamanlı bir hukuksal darbe niteliğinde değil miydi? "E-muhtıra"yı hükümet dik durarak bertaraf etti. 367'yi ise, Türk halkı 22 Temmuz 2007 seçimlerinde, hür iradesiyle sandıkta hükümsüz kıldı. Neticede her ikisi de, hedeflenen maksat açısından akamete uğramış oldu... Ancak şunu da belirtelim: Daha dün ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, e-muhtıra ve seçimlerin erkene alınma mecburiyetinin ekonomi üzerinde ne denli olumsuz etkiler yaptığına yine dikkat çekti. Son günlerde ortalığa salınan toz dumana fazla aldırmayın. Zira fena halde sıkışan birilerinin, gürültü-patırtı çıkararak kendisine çıkış yolu bulma çabaları fena halde sırıtıyor... Ayrıca birileri, durumdan vazife çıkarmak için alesta bekler her zaman! Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, yargı mensuplarının telefonlarının dinlenmesi olayını; Siyasi Partiler Kanunu açısından incelemeye başladıklarını, Fikret Bila'nın köşesinden deklare etti. Daha ziyade askerî cenahın çıkışlarını gördüğümüz Fikret'in köşesi, bu defa Başsavcı'nın vermek istediği mesajı iletti. Tabii bu açıklama ile birlikte, ortalık hareketlendi... Acaba yeni bir kapatma davası mı geliyor diye. "Her şey altüst olur...", tepkisini veren Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek; Telefon dinleme olayı ile siyasi partiler kanunu ve kapatma davası arasında bir ilgi kuramadığını ifade ederek, "Dinlemeyi talep eden müfettişler aynı zamanda hakim, dinleme kararını verenler hakim, dinlenmesi istenenler de yine hakim veya savcı... Yani olay tamamen hukuki bir mesele ve hukukçular arasında... Parti ile ne alakası var?.." diye sordu. Sormasına sordu ama, onun kuramadığı bağları ve ilgileri, besbelli Başsavcı Abdurrahman Bey, kurabileceğini veya gerekirse kuracağını ihsas etti bile. Hem de Anayasa'nın 68. maddesinin 4. fıkrasına gönderme yaparak... Yani, "Siyasi partilerin tüzük ve programlarının, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz" diyen hükme... Hurra! Bu nasıl olur diye sormayın. Sanki 367 kararında da olmayan hukuki bağlar, şapkadan tavşan çıkarır gibi çıkarılmadı mı? Amma... 367 ve "e-muhtıra"dan sonra, köprülerin altından çok sular aktı. Bu bir. İkincisi, Başsavcı Abdurrahman Bey'in daha önceki kapatma davasında delil olarak kullandığı haberlerin kaynağı olan bir kısım internet sitelerinin; (Hatırlarsanız iddianamede çok sayıda gazete kupürü ve internet haberi kullanıldığı için bazıları "Google davası" filan demişti.), Genelkurmay karargâhı tarafından kurulan ve kara ve gri propaganda yapan siteler (irtica.org vs.), olduğu da ortaya çıktı. Yine şu sıralarda Sayın Başsavcının kimi davalarda ortaya koyduğu hukuki kanaatler de epeyce tartışılıyor... Mesela 10. Cumhurbaşkanı Sezer için "Kına yaksın" diyen yazarın cezalandırılması için ısrar ederken, Başbakan Erdoğan'a şarkı sözünde "alçak" diye hakaret eden kişiyi ise, "sanatını icra ediyor..." diye suçsuz görmesi... "Double standart"tan bir yargısal darbe teşebbüsü de niye çıkmasın ki!.. Netice: Yargı içine düşmüş olduğu zor durumdan, kendisini biraz daha şaibe altına sokacak atraksiyonlarla kurtulamaz. Unutmayalım, hiç kimse la yüsel değildir. Yargıç ve savcılar da dahil!..