Londra'daki bombalı saldırılardan sonra, yeniden alevlenen yabancı düşmanlığı, eğer vaktinde tedbir alınmazsa ve hali hazırdaki yanlış tavır ve davranışların önüne set çekilmezse, çok daha vahim problemler baş gösterebilir!.. Nitekim 7 Temmuz'daki eylemlerden sonra göçmenlere ve özellikle yabancı kökenli Müslümanlara karşı ürkütücü seviyede saldırılar meydana geldi. Öyle ki, İngiliz vatandaşlığı statüsüne sahip bazı Müslümanlar da can güvenliği endişesi ile bu ülkeden kaçmayı düşünme noktasına geldi. Durum bu kadar endişe verici. Zira saldırıya uğrayan birçok kişi yaralandığı gibi Pakistanlı bir göçmen de hayatını kaybetmişti. Ancak her etkinin bir tepkiye yol açtığı gerçeği de, hiç gecikmeden karşımıza çıktı. "Beyaz"ların saldırılarına maruz kalan "Siyah"lar ve Asya kökenliler de karşılık vermeye başladı. Gelen haberlere göre onlar da beyaz bir İngiliz gencini öldürmüş! Bu şekilde karşılıklı tırmanma devam ederse işin sonunu düşünün artık... Avrupa ülkelerinin artık tamamının nüfusu heterojendir. Yani hemen hepsinde hatırı sayılır oranda siyahi veya Asya kökenli nüfus vardır. Eğer bu insanlar dışlanmanın, hakarete ve saldırıya maruz kalmanın etkisiyle kitlesel tepki vermeye başlarsa, o zaman Avrupa'nın bütününde yaygın bir sosyal rahatsızlık ve yepyeni bir güvenlik problemi ile yüz yüze gelme sonucu kaçınılmaz olur. Acaba Avrupalı yöneticiler, siyasetçiler ve aydınlar denilen yazar-çizerler bu durumu ne kadar göz önünde bulunduruyor? O ülkelerin yerlisi olmanın ve tabii çoğunluk ve hakim sınıf olmanın verdiği güç ve avantajları, azınlıktaki kitleler üzerinde haksız ve ölçüsüz biçimde kullanmak, ne getirir ne götürür? Avrupalılar bu hesabı doğru şekilde yapmak durumundadır. Zira, fırsattan istifade ile, başta İngiltere olmak üzere, Avrupa memleketlerinde uzun zamandan beri yaşayan, oralarda iş-güç sahibi olan ve vatandaşlık hakkı kazanan insanları korkutup yıldırarak kaçırmak gibi niyetlerin fiiliyata dökülmesi, başından beri korkulan "Medeniyetler Çatışması"nı azdıracaktır. Çünkü zaten şu anda hadiseleri özellikle bu zemine çekme gayretleri artmış bulunmaktadır. Bazı çevrelerin çok kasıtlı ve çirkin şekilde işlediği "İslamcı terörizm" yaftalaması ve bununla birlikte İslam dinine hakaret ve Müslümanları aşağılama provokasyonları, tehlikeli boyutlarda seyrediyor. Resmi beyanlarda nisbeten dikkatli kelimelerle ifade edilen düşüncelere karşılık, bilhassa Batı Medyasındaki yorumlar, ne yazık ki medeniyetler çatışmasının körüklenmesinden başka bir şey değil. Eğer bu tahriklere karşı sağduyu ve mantıkla hareket edilip; masum insanların hakları korunmazsa, suçsuz yere baskı gören veya başından vurulup öldürülen her göçmenin, derisinin rengi farklı olan her yabancının öfkesi yahut akan kanı; giderek önlenemeyen ve kontrol edilemeyen yeni karmaşaları doğuracaktır. Bu da huzur ve güvenin baltalanmasından başka bir şey değil... O halde hem Avrupalı yetkililer, hem de sıradan vatandaşlar ne kadar hassas bir durumla karşı karşıya olduklarını hep hatırda tutmak zorundalar. Küreselleşen dünyada artık hiçbir ülke, bölge veya kıta, geçen asırlardaki gibi muhkem sınırlarla, demir perdelerle tecrid edilmiş durumda değil. Her ırktan ve dinden insanların böylesine karıştığı bir dünyada, ırksal veya dinsel ayırımcılık yapmak ve bunu bir siyaset biçimi olarak uygulayabilmek imkan haricidir. Sebep ve saikleri ne olursa olsun, sömürgecilik devirlerinden kalma bir zihniyetle kendilerinden olmayan insanlara yaklaşmak Avrupalıları büyük sıkıntılara sokacaktır. Kısacası Avrupalılar yanlışta ısrar etmemeli ve mevcut hatalarını da bir an evvel düzeltmelidir. Blair'in de itiraf ettiği gibi terörün sebepleri çok derindedir. İslamiyetle filan da alakası yoktur. İslamiyet barış dinidir. İslam düşmanlarının taassubu bu gerçeği hiçbir şekilde değiştiremez...