Baharı karşılarken...

A -
A +

Nicedir bir bahar yazısı yazayım diye niyetlenirken, araya hep başka olaylar; başka maniler giriyordu. Bundan şikayetçi gibi görünsem de, aslında işime geliyordu!.. Çünkü bahar yazısı yazmak zor. Çocukluğumuzda, yani ilkokul çağında iken koyun-kuzu da güttüğümüzden baharın güzelliğini ilk önce çiğdem ve nergis çiçekleri ile fark ederdik. Şimdi nergis çiçeğinin güzelliğini nasıl tarif edebilir, nasıl anlatabilirim ki! Nergisleri kopardığımızda büyüklerimiz bize kızardı. Neden biliyor musunuz; nergislerin ömrü çok kısa imiş ve yeterince baharı yaşayamadan solarlarmış... Üç günlük kısa ömürlerini bile tamamlayamadan koparılmalarına, işte bunun için müsaade etmiyorlardı. Nergisi anlatmaktan vazgeçtim, peki baharın tam olarak geldiğini gösteren iğde çiçeğinin kokusunu nasıl tanımlayabiliriz ki... O güzelliğin anlaşılması ancak hissetmekle, yani koklamakla mümkün!.. Hakikaten bu zor bir yazı olacak. Ama kolaylaştırmanın yolu var. Bir konuyu anlatmakta zorlandığım vakit her defasında tekrarladığım şey; şairlere müracaat etmek... Faruk Nafiz, şairin anlatım gücünü şöyle açıklar: "Cemşid eli nasıl dökmüşse câma sabûhu/ Maddeyi odur lafza koyan manaya ruhu..." İlkokul müfredatının kitapları çok değişti. 1960'lı yıllarda, Türkçe kitabında bir şiir vardı; İlkbahar Sabahı... "Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür" sözü fehvasınca şiiri ve şairinin ismini unuttum maalesef. Ama ilk iki mısraı hâlâ hatırımda: "Güneş ufkun kenarından yavaş yavaş yükseliyor/ Köyün yeşil dağlarından serin nefesler geliyor/...." Şiirin bır mısraı da galiba şöyleydi: "Kelebekler benek benek, dolaşıyorlar havada..." Sahi kelebeklerin ömrü ne kadar? Baharda günler gecelere göre uzundur. Ama baharın kendisi ne kadar uzundur ki?! Bekir Mutlu da, nihavent makamında bestelenen şiirinde, ilkbahar sabahını yine güneşin doğuşuyla anlatmaya başlar: "Bir ilkbahar sabahı güneşle uyandın mı hiç/ Çılgın gibi koşarak kırlara uzandın mı hiç/ Bir his dolup içine uçuyorum sandın mı hiç..." Şiirlere ve şarkılara en fazla konu olan mevsim şüphesiz ki ilkbahardır. Kimi neş'e, kimi hüzün, kimi vuslat, kimi ayrılık temasıyla doludur. Hangi birini yazacaksınız! Ama biri var ki, hatırlatmadan geçmek mümkün değil: Divan edebiyatının zirve isimlerinden Nef'i'nin; bestesi Mehteranın repertuarına da girmiş olan "Esti nesim-i nevbahar, açıldı güller subh dem/ Açılsın bizim de gönlümüz, saki medetsun câm-ı cem/.... Gül devri ayş eyyamıdır, zevku sefa hengâmıdır/ Âşıkların bayramıdır, bu mevsim-i ferhunde dem...." Nesim-i nevbahar, yani ilkbahar yeli, meltemi... Hafız-ı Şirazi, sevgilinin kokusunu taşımayan gülün hoş kokulu olmadığını bakınız nasıl ifade ediyor: "Gul bî ruh-i yâr huş nebâşed/ Bî bâd-ı bahar huş nebaşed..." Türkçe'ye kısaca şöyle çevirmek mümkün: (Gül, yârin kokusu olmadan hoş değildir (Hoş kokmaz!), bahar yeli esmeden gülün kokusu gelmez...) Recaizade Mahmut Ekrem, bayatî makamında bestesi yapılmış olan şiirinin her mısraında hüznü işler; "Gül hazin, sünbül perişan, bağzârın şevki yok/ Derdnâk olmuş hezârın nağmekârın şevki yok/Başka bir hâletle çağlar cûybârın şevki yok/ Ah eder inler nesîm-i bî-kararın şevki yok/ Geldi ammâ neyleyim sensiz baharın şevki yok." Şairler Sultanı Baki (Mahmud Abdülbaki); Kanuni Sultan Süleyman'ın vefatı münasebetiyle yazdığı yedi bentlik mersiyesinde şöyle der: "Gül hasretinle yollara dutsun kulağını/Nergis gibi kıyamete dek çeksün intizâr." Bahar güzellik ve heyecan mevsimidir. Tabiatın en muhteşem göründüğü zamandır. Ama bu dünyada insanların kaçta kaçı baharı hissedebiliyor, yaşama fırsatı bulabiliyor acaba? Onları hiç düşünenimiz var mı? Mesela Afrika'da açlığın pençesinde kıvranan çocuklar baharın ne kadar farkında olabilir? Bir de tabiatın durumuna bakalım; tarifini yapmakta aciz kaldığımız o güzelim çiçeklerin, güllerin, bitkilerin nesli her geçen gün biraz daha tükeniyor. İnsanoğlu, hiçbir ölçü ve karar tanımadan, hayranlığını ifade ettiği tabiatı tahrip etmekten çekinmiyor. Bu ne yaman çelişki!.. Çevre tahribatının hazırladığı felaketleri; su baskınlarını, kasırgaları, tsunamileri vs. yaşadığı halde ders almayan insanlık kendi çukurunu kendisi kazıyor. Bundan daha büyük gaflet olmasa gerek!.. Fakir ülkeler açlıkla boğuşurken, zenginler de yeryüzünü nükleer denemelerle, zehirli gazlarla ve daha bilmem hangi yollarla ifsad ediyor. Kısacası baharın tadı, her sene biraz daha kaçıyor. Baharın sembolü gül, çilenin ismi ise bülbül. Birileri hep gülüyor, birileri de ağlıyor. Baki'nin bir beytiyle bu zor yazıyı noktalayalım: "Gül gülse daim, ağlasa bülbül acep değil/ Zira kimine ağla demişler, kimine gül..."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.