Üç Kasım seçimlerinde büyük bozguna uğrayan liderlerden Yılmaz ve Çiller, sandıktan çıkan karara uygun hareket ederek istifa ettiler. Buna karşılık aynı durumdaki Ecevit ve Bahçeli, genel başkanlık koltuklarını bırakmadı. Sayın Bahçeli başlangıçta istifa sinyali verdiyse de, bilahare kararını değiştirdi... Neyse, bunlar hepinizin bildiği yakın geçmişteki sürecin bugüne uzanan özeti. Bizim bugün üzerinde durmak istediğimiz husus, farklı siyasi yelpazeden olmakla birlikte, ulusalcılık ve devletçilik noktasında politik söylem ve eylemleri büyük çapta örtüşen Bahçeli ve Ecevit'in, "ULUSAL DAVA KIBRIS..." üzerinde devam ettirdikleri işbirliği. 3 Kasım seçimlerinden sonra MHP'nin büyük kongresine kadar hemen hiç sesi çıkmayan Bahçeli, genel başkanlığa tekrar seçildikten sonra da, ortalıkta fazlaca görünmedi. Hatta hiç görünmedi dersek çok da yanlış olmaz. Ecevit'in durumu da farklı değil. Zaman zaman yazılı açıklamalarla vaziyeti idare etmeye çalıştı. Ancak bugünlerde, yani Kıbrıs meselesinin değişik bir mecraya girdiği bir sırada her iki liderin siyasi çıkışlarına şahit oluyoruz. İkisinin iddiası da aynı; "Hükümet Kıbrıs konusunda teslimiyet içinde. Kıbrıs elden gitti, gidiyor..." MHP lideri Bahçeli önce Ecevit ile bir araya geldi. Beraberce basının önüne çıkıp Kıbrıs konusundaki endişelerini de açıkladılar. Daha sonra da diğer muhalefet liderleriyle çeşitli platformlarda temaslarını sürdürüyor. Bahçeli'nin bundan bir süre önce Kıbrıs konusunda Başbakan Erdoğan'a bir mektup da gönderdiğini kendi beyanlarından öğrenmiş bulunuyoruz. Diğer taraftan Ecevit, genel seçimler sırasında bile çok fazla yapmadığı bir şeyi yaptı. Seçim otobüsüne binip şehir turları atmaya ve halkla belli ölçülerde temas kurmaya başladı... Geçmişte ülke yönetiminde çok önemli görevler üstlenen ve halen siyasi parti lideri olarak politika yapan kişilerin önemli iç ve dış politika konularında görüş belirtmeleri, tavır takınmaları ve siyasi eylemde bulunmaları kadar doğal bir şey yoktur. Bahçeli ve Ecevit, buraya kadar, taraftarlarının kendilerinden beklediği bir duruşu sergilemiş oluyorlar. Ancak söylemlerine baktığımız zaman ve geçmişte iktidarın sahibi veya ortağı iken yaptıklarına baktığımız zaman, hem dünün hem de bugünün gerçeklerine pek de uygun hareket etmediklerini, edemediklerini görüyoruz. Türkiye'nin Londra ve Zürih Anlaşmalarından kaynaklanan "GARANTÖRLÜK HAKKI"ndan yararlanarak 1974'te Kıbrıs'a müdahale etme kararını veren Ecevit, daha sonraki dönemlerde, Türkiye'nin avantajlı durumlarını hep boşa harcadı. Türkiye'nin ayağına gelen AB fırsatını sırf ideolojik düşüncelerle tepti. Ve hâlâ daha Ecevit, bu konuda kaçamak ifadelerle durumu savuşturmaya çalışıyor. İkinci olarak, Kıbrıs Rum Yönetimi AB'ye üyelik için müracaat ettiğinde, anlaşmalara apaçık aykırı olan bu duruma itiraz bile etmedi!.. Sayın Bahçeli'ye gelince, acaba yalnızca hamasetle işlerin yürüyeceğini mi zannediyor? Eğer mahalli seçimler öncesi, "MİLLİ DAVA" söylemi ile bir çıkış yapmak istiyorsa, o başka bir şey. Ama, Türkiye'nin vakit itibariyle bu denli köşeye sıkışmadığı ve manevra imkanının bulunduğu dönemde, işi zamana bırakmaktan, yani problemi ertelemekten başka hiçbir şey yapmayan iktidarın ortağı olarak, Sayın Bahçeli'nin bugünkü yaklaşımı, kusura bakmasın ama inandırıcı gelmiyor. Üç ay sonra, Rum Yönetiminin "BÜTÜN ADANIN TEMSİLCİSİ OLARAK" AB üyesi olup, Ankara'ya da elçilik açma hakkını elde edeceği ve Türkiye'ye yapacağı emrivakileri gözönüne alarak acaba, hangi milliyetçi formülle (Kimse bundan milliyetçiliğe karşı olduğumuz sonucunu çıkarmasın...) meseleye çare bulunacaktır? Samimi olarak ifade edelim, ne Sayın Bahçeli'nin milliyetçi söylemi, ne de Sayın Ecevit'in ulusalcı savı, gelinen noktada derde deva olacak bir reçete değildir. Her ikisi de statükonun korunmasına matuftur. Statükoculuğun bizi getirdiği nokta ise, maalesef dar alana sıkışmak olmuştur!..