Yazının başlığı çok değerli bir okuyucuma ait. Memleket meselelerine ilgisi, dikkati, titizliği ile birlikte; aldığı eğitim ve yaşı itibariyle de sahip olduğu engin tecrübeyle, olayları izleyen ve değerlendiren bir okuyucu... Muhalefet partilerinin demokrasi içindeki statüsünü hatırlatarak söze başladı. Ezcümle, yasama organının bir parçası olarak, devletin temel güçlerinden birini iktidar partisi ile birlikte teşkil eden ve anayasadaki ifadesiyle; "demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları" olan ve bu mahiyetiyle de, demokratik yönetim sisteminin iki kanadından birini oluşturan muhalefet partileri, nasıl olur da, ülkenin hayati bir meselesine çözüm aranırken, böyle sorumsuz bir tavır ve yaklaşımda bulunabilirlerdi?!. Devletin ilgili bütün kurumlarının mutabakatıyla oluşmuş bir "Milli Birlik Projesi"ne, ısrarla "YIKIM PROJESİ" demek, yapıcı bir muhalefet olabilir miydi? Yoksa bu yıkıcı muhalefetin ta kendisi miydi? Keza yıllardan beri bölünmeyi körüklemek için sürdürülen terörü sona erdirmek için alınan tedbirleri, "AYRIŞTIRMA" olarak değerlendirmek, basiretli ve yurtsever politika diye nasıl lanse edilebilirdi?.. Besbelli değerli okuyucumuz çok dolu idi. Uzun bir telefon konuşması yaptık. Pek çok ince noktaya dikkatimi çekti. İçimden keşke dedim, bu konuşmayı bire bir muhalefet liderleriyle yapma imkânı bulabilse... Hoş böyle bir konuşma, onların bir kulağından girip diğerinden çıkardı ama, şu tespit hiç değilse zihinlerinde bir iz bırakırdı: "BAŞARIDAN KORKAN MUHALEFET..." Yani, milli bir meselenin hallinden ziyade, iktidarın başarma ihtimalinden endişe eden muhalefet... Ülkeyi çeyrek asırlık buhrandan çıkaracak bir çözüme ortak olmak şöyle dursun, tam aksine başarıya gidebilecek bir sürecin tekerine çomak sokmak neyle ve nasıl izah edilebilirdi!.. Uzun muhaverenin sonunu şöyle bağladı: "Tabii milletimiz bu politikaları dikkatle izliyor ve not ediyor. Sandıkta gerekli tepkiyi verecek..." Gerçekten her yönü ile önemli bir süreç yaşıyoruz. Arkadaşımız Osman Sağırlı'nın başarılı bir gazetecilikle, Kuzey Irak ve Kandil Dağı'nda, PKK'nın önde gelen isimleriyle yaptığı röportajları cuma gününden beri okuyorsunuz. Osman Öcalan, Halil Ataç ve Murat Karayılan'ın söylediklerinden çıkan en önemli netice şu: Hâlâ daha kuyruğunu dik tutmakla birlikte, bölücü örgüt yöneticileri de artık yolun sonuna geldiklerinin farkındalar!.. Bunu açıkça söylemiyorlar elbette. Ama satır aralarında çok net olarak bunu okumak mümkün. Onlar da çözüm istediklerini söylüyorlar. Dahası çatışmadan bıktıklarını, bir an evvel dağdan inmek istediklerini ifade ediyorlar. Kendilerine göre çözüm yolları da gösteriyorlar... Tabiatıyla onların düşüncelerinin büyük bölümüne katılmak imkânsız. Fakat onlar dahi düne göre daha ılımlı ve mantıklı konuştuklarına ve iç ve dış birtakım şer mihraklarının terör örgütünü kullandıklarını itiraf ettiklerine göre, bir hususu gözden kaçırmamak gerekiyor. Yıkıcı terör ve bölücülük fitnesini bertaraf etmek için, her zamankinden daha iyi bir fırsat önümüze gelmiş bulunuyor. Bu fırsatı kaçırmak akıl kârı olmadığı gibi, devlet ve millet adına da büyük bir vebal yükler. Bu vebalin altından kimse de kalkamaz. Onun için, birtakım sanal ve muhayyel tehlikeleri öne sürerek, burnumuzun dibindeki asıl tehdidin ortadan kalkmasına yardımcı olmayanlar, halka bunun hesabını zor verirler...