Galiba son çare yayın yasağı getirmekti. Kural olarak medyaya sansür uygulanması doğru bir şey değildir. Bu yüzden de Anayasa'da basın hürriyeti, süreli ve süresiz yayın hakkı ile basın ve yayın araçlarının korunması Anayasa'da uzun uzadıya tanzim edilmiştir. Ama kamuyu ilgilendiren daha büyük bir menfaatin korunması veya tehlikenin bertaraf edilmesi için; bilindiği gibi temel hak ve hürriyetler de yine anayasa ve kanunlarda belirtilen ölçüde sınırlanabilir veya durdurulabilir... Bu formel girişten sonra hemen sadede gelelim: Bir kısım medya maalesef yine çuvalladı. Türkiye'nin milli bütünlüğünü hedef alan, bölücü terör örgütünün son kanlı saldırısı üzerine; özellikle televizyon ekranlarında ve internet sitelerinde müthiş bir yanlış ve saptırılmış bilgi yığılması oluştu. At izi it izine karıştı. Kimin neyi ne kadar doğru söylediğini tefrik etmek adeta imkansızlaştı. Halkın kafasını karıştıracak türden ne kadar spekülasyon, komplo teorisi vs. varsa hepsi ortaya dökülüverdi. Herhalde bölücü örgütün istediği şeylerden biri de bu idi. Çünkü örgüt en etkili propagandayı böyle ortamlarda yapabilir. Televizyon kanallarında, yaban mantarı misali terör uzmanı bitiverdi. Bir kısmı emekli askerlerdi. Bazıları vaktiyle general rütbesinde orduda hizmet vermişti. Bunların da önemli bir kısmı 2003 yılı başlarında ABD'nin Irak'ı işgal ettiği günlerde ekranlarda karşımıza çıkmıştı. Ne yazık ki, yaptıkları tahmin ve yorumların büyük kısmı yanlış çıkmıştı! Bir kısmı da, muvazzaflığında teröre karşı hakikaten büyük mücadele vermişti. Ama, bunların şimdilerde yaptığı kimi yorumların ayağı yere pek basmıyordu... Zira söz konusu edilen, aynı terör örgütü olmasına rağmen; Irak işgali sebebiyle bölgedeki şartlar ve dengeler tamamen değişmişti. Mesela Irak'ta ABD'nin resmi rakam olarak açıkladığı, üniformalı asker sayısı kadar (140 bin askeri mevcut); güvenlik şirketleri şemsiyesi altında çalışan paralı asker (130 bin kişi) bulunuyor. Bunların etnik mensubiyeti de, yetmiş iki buçuk millete dağılıyor... Ellerinde teknolojinin son ürünü, silah, mühimmat ve alet-edevat var. PKK; Irak'ın Kuzeyinde, İsrail özel harpçileri tarafından eğitilen Peşmergelerle ve kısmen bu paralı askerlerle iç içe, koyun koyuna. Yani olaylar 1990'lardaki terör konseptinin çok daha ötesinde. Mesela iddia edildiği üzere; son saldırı sırasında haberleşmeyi bloke edecek bir elektronik örtme olmuş mudur? Ya da Irak'taki bazı paralı askerler, teröristlerin arasında yer almış olabilir mi? Emekli paşalarımızın, derin askeri tecrübeleri ile durumu gerçeğe yakın biçimde değerlendirdiklerini kabul edelim. Peki, ekserisi askerliğini kısa dönem veya bedelli olarak yapmış olan sivillere ne diyeceğiz? Onlar özel harp ihtisasını, nerede yaptı acaba? Geçen üç dört gün içinde öyle şeyler yazıldı ve söylendi ki, akıl alacak gibi değil... Onun için, hükümet RTÜK'e başvurmak durumunda kaldı. Eğer medya, terör örgütünün değirmenine su taşımadan, bilinçli şekilde Dağlıca saldırısı hakkında doğru dürüst yayın yapabilmiş olsaydı, herhalde buna gerek kalmazdı. Lakin öyle tuhaf yaklaşımlar var ki; kimileri vatanseverlik yapayım derken, bir taraftan da fitne çıkardığının farkında değil. Mesela birileri diyesiymiş ki; "Teröre karşı sokak gösterisi yapanların içinde neden bir tane başörtülü yok?" Bu densizliği yazan kalem sahipleri, şehitlerin ana, bacı ve eşlerinin dörtte üçünün başörtülü olduğunu fark edemeyecek kadar görme özürlü mü? Yoksa bunların daha başka niyetleri mi var? Böyle hassas bir dönemde, "Ulusalcılık" kisvesi altında; güya birlik ve beraberliği pekiştiriyorum diye, derin ayrılık ve fitne tohumları ekmek... Unutmayalım, bu tür yazılara atılan "kardeşlik" vb. başlıklar ile birtakım sloganlar, muhtevadaki, sakatlığı ve sinsiliği bertaraf edemez. Şunu da hatırlatalım: Bu millet gerçek vatanseverliğin ne olduğunu çok iyi bilir. Onun için de, kimse göz boyamaya kalkmasın! Daha düne kadar, "ABD'nin yanında niye Irak'a asker sokmadık..." diye yazıp çizenler; birdenbire vatan kurtaran aslan kesilip, neredeyse Amerika'ya bile savaş açacaklar!.. Beyler beyler, kahramanlık öyle duygusallıkla, lafu güzafla olmaz. Retorik değil, reelpolitik esastır. Onun da, birinci şartı basirettir. Dört sene boyunca başka havalar çalıp, duvara toslayınca da böyle feveran etmek, vatanseverliğin yeter şartı değildir. Ha bu arada, bazılarının hakkını yememek gerekiyor: Reyting ve tiraj yapmak için, ortamı çok iyi kullananlar var. Onu belirtelim... Bir de son söz: Dağlıca saldırısı ile ilgili, zihinleri kanatan pek çok soru var. Umarız çok uzun olmayan bir gelecekte, bu soruların gerçek cevabı yetkililer tarafından halkımıza açıklanır. Bekleyeceğiz!..