Bu köşede ilk defa "Bir Türk dünyaya bedeldir..." sendromundan bahsetmiyoruz. Daha önce de bazı vesilelerle aynı konuya temas edildi. Yeri geldiği için bir kere daha aynı şeyi yapmakta fayda mülahaza ediyoruz. İlkokulun kapısından içeri girer girmez; büyük harflerle yazılıp duvara asılmış "BİR TÜRK DÜNYAYA BEDELDİR..." türünden sözler, birden insanların duygularını cuş-u huruşa getirip, tüylerini diken diken ediyordu. Ne müthiş bir şey!.. Ama daha sonra yüz yüze gelinen bazı durumlarda, bu sözün çağrıştırdığı hayallerle; karşı karşıya bulunulan kaskatı ve bir o kadar da acı gerçeklerin mukayeseli izahını yapmak mümkün olmuyordu... Kişisel olarak böyle durumlarda çok bocaladım. Sadece çocukluk döneminde değil, yetişkin sayılacak yaşa geldiğimde bile. En çok da beynelmilel spor müsabakalarında o hayal kırıklığını yaşardım. Dünyaya bedel olan bir Türk; neden uluslararası arenadaki bireysel veya ekip müsabakalarında üstünlük sağlayamıyordu?! Zamanla kendime göre bazı izahlar bulamadım değil; ama beni köklü şekilde bu saplantıdan kurtaran rahmetli Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanı iken verdiği bir konferansta söylediği tarihi sözler oldu. Özetle şöyle demişti: "Bir Türk dünyaya bedeldir..." türü sloganlarla, gerçekler yerine hayallerle, masal ve efsanelerle bizi yıllarca, onyıllarca uyuttular!.. Bir Türk dünyaya bedeldir, kandırmacası yerine; eğer çalışan kazanır ve başarılı olur gerçeği zihinlerimize yerleştirilseydi, bugün çok daha iyi bir noktada olabilirdik..." Evet... İşte bu sözler beni, meşhur deyişle titretip kendime getirmişti. Oysa daha önce ne duygu ve düşünce fırtınaları yaşamıştım! Zihnimde kazılı olduğu için asla arşiv kayıtlarına bakma ihtiyacı hissetmem; 1972 Münih Olimpiyatlarında, 62 kilo güreşçimiz Vehbi Akdağ, aldığı gümüş madalya ile teselli kaynağımız olmuştu. Yalnızca ve bir tek gümüş madalya. Ama aynı olimpiyatlarda, Amerikalı yüzücü Mark Spitz, tam yedi tane, evet yanlış okumadınız tek başına yedi tane altın madalya almıştı... Neyse ki, daha sonra Hamza Yerlikaya, Şeref Eroğlu, Harun Doğan, Mehmet Özal, Naim Süleymanoğlu, Halil Mutlu gibi dünya ve olimpiyat şampiyonları yetişti de bir parça mutlu olduk. Ama hemen belirtelim ki; şimdilerde yetmiş milyon olan nüfusuna göre Türkiye, hâlâ daha olması gereken seviyenin çok ama çok altında. Neden acaba? Belki on yıllardır spor deyince akla futbolun gelmesi gibi yanlış ve sakat bir anlayışın sonucu mu? Kaldı ki, onda da en iyi derecemiz dünya üçüncülüğü. Buna karşılık yedide birimiz kadar nüfusa sahip Yunanistan, daha yeni Avrupa Şampiyonu oldu. Şimdi olimpiyatlarda; hem basketbol gibi takım halinde yarışmalarda, hem de bireysel müsabakalarda dikkat çekici başarılara imza atıyor. Bizim sporcular ise; atletizm, yüzme, atıcılık gibi alanlarda çoğu kez klasmana bile giremiyor ne yazık ki... İşte şimdi bütün Türkiye, yarını iple çekiyor. Elvan Abeylegesse altın madalya alabilecek mi, alamayacak mı diye. İspanya'nın nüfusu Türkiye'nin yarısı kadar, olimpiyatlara 337 sporcu ile katılıyor. Türkiye ise en kalabalık kafile ile katıldığı Atina Olimpiyatlarına bile ancak altmış beş sporcu götürebiliyor. Aynı soruyu tekrarlayalım; neden acaba? Nedeni aslında açık; sistem, çalışma ve hedef koymadaki yanlışlık ve ciddiyetsizlik. Aslında bu bileşik kaplar gibidir. Alibeyköy'ü sele boğan Küçüköy Deresini, yahut Bağcılar'daki "Oto center"da arabaları yüzdüren Çırçır Deresini ıslah etmedikçe, Olimpiyatlarda klasmana girecek, derece yapacak yüzücüler yetiştiremezsiniz!.. Çinli rakibini iponla (yani tuşla) yenen 78 kilodaki Japon bayan judocu, üç yaşından beri bu sporu yapıyormuş... Atina'da tam beş tane rekor kırarak göğsümüzü kabartan sporcularımızdan Taner Sağır, daha 19 yaşında. Demek ki, insan azmedince ve çalışınca kazanıyor ve başarıyor. Spordan sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, spor politikalarının gözden geçirileceğini söylüyor. Bunu duymak da sevindirici ama, temennimiz lafta kalmaması. Bakınız Türkiye 1980'li yıllardan beri olimpiyatlara ev sahipliği yapmaya talip. Ama bu gidişle, 2020'de işi kotarabilirsek gene iyi sayılır. Hiç olmazsa, 2023'te, yani Cumhuriyetin yüzüncü yılına planlanmış olan İstanbul Metro projesinin tamamlanmasına yakın zaman olur da, fazlaca ulaşım problemi yaşanmaz... Ne dersiniz, bunu yapar mıyız, yoksa "Bir Türk dünyaya bedeldir" deyip kendimizi avutmaya devam mı ederiz?!