İrtica, yani "gericilik" maalesef tarihimizde yer alan çok eski bir hikayedir. Ancak bu hikayenin rivayetleri de çok farklıdır. Kişilere, zümrelere; olaylara, zamana, zemine kısacası siyasal, sosyal ve ekonomik şartlara, yani konjonktüre göre bu hikayenin anlatımı biçim ve muhteva değiştirir... İrtica öyle acayip bir kavramdır ki, her kapıya uyan maymuncuk gibi; her duruma uydurulup adapte edilebilir. Ancak irticaın en çok "Pazar" bulduğu iklim; siyasettir. Yani devleti yönetme sanatında; irtica, bütün taraflarca kullanım alanı bulabilir. Burada irticaın mahiyeti (dinsel, bilimsel, yaşamsal vb.) ve o kavramı kullananların pozisyonu (iktidar, muhalefet vs.) çok önemli değildir. Çünkü iki tarafı keskin bir bıçak gibidir. Hangi yönden çalınırsa keser!.. Toplumu yönetme ve yönlendirme, bunun için gerekli otoriteyi elde etme uğruna her fırsatı kullanmaya hazır Makyavelist formasyona sahip profesyoneller; irticaı en verimli biçimde kullanmayı bilirler... Ülke idaresini mümkünse ele geçirme, bu olmuyorsa azami derecede kontrol etme ve bu vadideki gücünü koruma; yani mevzi kaybetmeme... Öteden beri gelen ve artık tabii bir hak olarak telakki edilen; devlet kesesinden, kasasından ve sair imkan ve zenginliklerden kamilen istifade etme ve tabii bu saltanatı olabildiğince; mümkünse kaydı hayat şartıyla ve nesiller boyu muhafaza etme ve sürdürme stratejisi!.. Diyanet İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Prof. Mehmet Aydın; çok doğru bir tesbitle irticaın varlığından ziyade onun güç mücadelesinde etkili bir araç olarak kullanılmasına dikkat çekiyor. Bazı yazarlar, bu kavramı Patrona Halil isyanlarına kadar geriye götürseler de; irtica silahını en etkili şekilde kullananlar İttihat ve Terakki yönetimidir gerçekten. İttihat ve Terakki'nin ayyuka çıkardığı irtica, yüz yıldan beri ülkemizde iktidar mücadelelerinin değişmez bir silahı olarak kullanılmaya devam etmektedir. İrticaın gerçekten ne olduğu, hiçbir zaman hakkıyla tartışılamamıştır. Ama her dönemde bir biçimde gündeme getirilen bu muhayyel tehlike ile, pek çok siyasal ve toplumsal operasyonlar gerçekleştirilmiştir. En son siyasal ve toplumsal operasyon sekiz-dokuz sene önce, 28 Şubat denilen bir dönem veya "Post Modern" denilen bir değişik darbe ile gerçekleştirildi. Bu operasyonun biricik silahı olan irticaın çok farklı olmayan bir versiyonu şu sıralarda da sahnelenmek isteniyor! Eğer toplum yeterince uyanık ve dikkatli davranmazsa, bunu başarabilirler de... 28 Şubat döneminde, aslı astarı olmayan pek çok irticai hikaye; pekala hakikatmiş gibi insanlarımıza yutturulabildi (Yutanlara tabii!..). Neden sonra o günkü tezgahların perde arkası faş edilince, bazılarının ağzı açık kaldı ama; iş işten geçmişti artık. Müslüm Gündüz, Ali Kalkancı, Fadime Şahin ve daha bilmem kimler, figüran olarak Yeşilçam filmlerindeki gibi tiraji-komik görüntülerle rol almışlardı. Ama senaryo o kadar ustaca kurgulanmıştı ki; bu kötü filmler Holliwood'un Oscarlık eserleri kadar, sosyal ve siyasal sonuçlar doğurmuştu! Ne de olsa Post Modern bir darbe söz konusu idi. Şimdilerde de, toplumun hafızasının zayıf olduğundan hareketle bazıları; senaryoyu bile çok fazla değiştirmeye ihtiyaç duymadan, aynı filmin yeni bir versiyonunu çekmeye çalışıyor. Filmin ilk sahnelerini görenler derhal "Biz bu filmi daha önce görmüştük..." diyorlar ama; rejisör ve prodüktörler ısrarlı. Her şeye rağmen bu filmin iş yapacağını düşünüyor olsalar gerek. 28 Şubat'ta beş-on yıl önceki film kasetleri arşivlerden çıkarılarak dönemin iktidarı örselenmişti. Şimdi de mesela daha önceki hükümetler döneminde hazırlanmış ders kitaplarının bazı paragrafları ram ışıklarının altına getirilerek; bugünün Milli Eğitim Bakanı ve tabii onun içinde yer aldığı hükümet yıpratılmaya çalışılıyor. Önceki akşam Milli Eğitim Bakanı, TGRT Haber televizyonunda, bizim de sunucu olarak yer aldığımız canlı yayında, bu çeşit iddiaları tek tek cevapladı. Ancak kasıtlı biçimde insanların kafasını karıştırmaya çalışanlar, Bakan Çelik'in cevaplarına rağmen, irtica senfonisini icraya devam edecekler. Bu açıkça görülüyor...