Ergenekon soruşturmasının geldiği son safha, gerçekten bazılarının vücut kimyasını bozmuş... Bazı tv kanalları "özel yayın" adı altında, programlar yapıyor. Bu kanallar, özellikle militan kişilikleriyle ün yapmış kimi siyasetçi, gazeteci, akademisyen veya hukukçuyu ekranlara çıkarıp bol bol konuşturuyor. Konuştursunlar konuşturmasına da, yalnız bir sıkıntı var. Bu konuşmacıların bazen ne dediğini, kulakları duymuyor!.. Mesela bir arkadaş konuşuyor: "Ergenekon filan, bunlar tamamen uydurma... 2500 sayfalık iddianame hazırlanmış. Bunlar hikâye hikâye!..." diyor. Elbette böyle saçma sapan çıkışları dikkate almamak lazım. Ancak, bu tür yayınların kamuoyunu hiç etkilemediğini söyleyebilir miyiz? "Ekran gülü" diye de tanımlanan bazı Prof. etiketli kimseler var... Bunlardan birisi, biliyorsunuz ilahiyatçılıktan başlayıp; sonra işi en süfli magazinciliğe kadar düşürmüştü! İşte o Prof. şimdi de gözaltına alınan emekli generalleri desteklemek adına olmadık şaklabanlıklar yapıyor. "Paşam arkandayız..." diye pankart açıyor iyi mi! Daha önce "Ordu göreve" diye pankartların açıldığı yürüyüşlerde, boy gösteren rektör profesörler ve yardımcıları; şimdilerde kanal kanal dolaşıyor ve toplumu ajite etmek için olmadık yalanlar söylüyor... Siyasi ikbal kapmak için yıllardır bukalemun gibi her renge giren; üstelik anayasa hukuku hocası olan bir başka Prof. da darbecileri desteklemek adına, sıkılmadan hukukun evrensel ilkelerini çarpıtmaya kalkışıyor... Geçmişte de bu şekilde hukuku iğfal ve istismar eden, darbecileri arkalayan; cesaretlendiren kimi hukuk Prof.'larının utanç verici "fetva"lar verdiğini hepimiz biliyoruz. Zaman zaman bu köşede, o utanç verici tavır ve görüşlerin bir kısmını yansıtmaya çalışıyoruz. Fakat şu günlerde, sadece bu yönüyle meşhur(!) akademisyenler değil; kimi siyasetçiler, sendikacılar, gazeteciler ve avukatlar da koro halinde aynı türküyü çağırıyor. Hele Mehmet Sevigen'in Meclis Kürsüsünde yaptığı konuşmayı, belki de ibreti âlem için çoğaltıp dağıtmak gerekir... İnsan hakikaten dehşete düşüyor. "Memleketi satanlar bakanlık koltuğunda otururken, vatanseverler gözaltına alınıyormuş..." Şu basitliğe bakar mısınız! Mustafa Özyürek; "Eşkıyanın ne yapacağı belli olmaz" diyerek, alenen devletin savcı ve hakimlerine hakaret ediyor. Bunlar acaba hangi yüzle hukuka saygıdan, yargının bağımsızlığından dem vurabiliyorlar? 367 meselesinde, "Anayasa Mahkemesi bizim talebimiz yönünde karar vermezse ülkede çatışma çıkar..." diye tehdit savuran Baykal, şimdi de Ergenekon davası için Erdoğan'ı savcı, kendisini de avukat pozisyonunda görüyor!.. Ne hazin bir tablodur bu... Cevdet Selvi de lideri Baykal'a ayak uydurmak için kendisini çok zorluyor: "Bu misillemedir..." diyebiliyor. Yani bu memlekette sanki hiçbir şey olmamış, "Ay ışığı" veya "Sarı kız" kod isimleri, romantik hikâyelerin başlığı imiş; yakalanan ordu malı bombalar, sünnet çocuklarının oyuncakları imiş; daha yeni ele geçirilen C4 patlayıcıları havai fişek gösterisi için kullanılacakmış gibi, insan zekâsıyla alay eden bir hâl sergiliyorlar. Kimi yazarlar işi iyice abartmış durumda; Şener Eruygur'un adliyede tansiyonu yükselmiş diye, bir matem havası pompalıyorlar. Öyle sahte duygusallıklar yapıyorlar ki, fazlasıyla gülünç oluyorlar. Bu arada başka bazıları da, naylon kahramanlık tabloları çiziyor... Tam otuz yıldır, bir işçi sendikasının başına çöreklenmiş olan kişi; rakı masasını paylaştığı arkadaşı gözaltına alındı diye, Atatürkçülük adına harp ilan ediyor!.. "Beni niye içeri almıyorsunuz?" türünden maskaralıklar sergiliyor. Bütün bu tuhaflıklar elbette çok can sıkıcı. Lakin şuna dikkat etmek gerekiyor, şimdiye kadar gizli veya aşikâre darbecilere destek vermiş, demokrasiye sırt çevirmiş olan güruh; bütünüyle bir boy gösterisi içinde. Bu sevimsiz şovu hayret ve ibretle izliyoruz.