Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, YÖK Kanun Tasarısını veto etmesinden dolayı, Cumhurbaşkanı Sezer'i sadece ima yollu eleştirmesine bile, bir kısım çevreler haddinden fazla tepki gösterdi. Öyle ki, CHP Grupbaşkanvekili Kemal Anadol, işi Erdoğan'a hakarete vardıracak kadar ileri götürdü... Oysa geçmişte mesela; Süleyman Demirel'in merhum Turgut Özal'a karşı yürüttüğü haşin politikalar hatırlanacak olursa, Erdoğan'ın Sezer için söyledikleri solda sıfır kalır! Fakat buna rağmen bu aşırı hassasiyetin sebebi ne? Yaşı gibi, alkolik durumu da hayli ilerlemiş bazı kalem sahiplerinin anormal derecede Başbakana yüklenmesinin sebebi, herhalde sadece Cumhurbaşkanına sahip çıkmak olmasa gerek. Geçmişte, Özal-Demirel çekişmesinde, yahut daha sonra bizzat Demirel'e karşı yapılan hücumlarda, neden buna benzer bir tepki görememiştik bu kesimlerden? Cumhurbaşkanı o zaman da icranın başı değil miydi? Devleti en yüksek seviyede temsil etmiyor muydu? Köşk'ün yetkileri o zaman da, 1982 Anayasasının hükümleri çerçevesinde belirlenmemiş miydi? Yoksa şöyle tuhaf bir düşünce mi, hüküm sürüyordu; (Nasıl olsa, ikisi de aynı siyasi yelpazeye mensup, varsın yesinler birbirini!..) Görüyorsunuz, malum kesimin dün ile bugünkü davranış biçimini analiz etmek ve bundan sağlıklı bir sonuç çıkarmak oldukça zor. Bunu yapmanın pek faydası da yok! Başka bir şey daha var. Her fırsatta Erdoğan'ın geçmişteki bir beyanına sarılarak; onun demokrasiyi bir amaç değil de, araç olarak gördüğünü iddia edip yargısız infaza tabi tutanlar; beri tarafta demokrasiyi sadece kendi doğrularının veya kendi anlayışlarının hizmetinde görmek istiyor! Yani tek boyutlu, tek kanatlı, kısacası çoğulcu değil de tekçi bir anlayışı, başka bir ifade ile, yalnızca belli bir görüş tarafından dizayn ve disipline edilen, ama adına "demokratik" denilen bir sistemin savunulması... Hemen belirtelim ki, İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında, yani 1930'larda, 40'larda hüküm süren otoriter rejimlerin kalıntıları olan bu görüşler, artık tedavülden kalkmış durumda. Onun için, yerleşmiş hukuk ve demokrasi anlayışını kendi görüş ve menfaatleri istikametinde değiştirmeye yeltenenler, mesela; bunca uygulama ve yerleşmiş teamüllere rağmen, bugün kalkıp Yasama ve Yürütme güçlerinin yetkisini sorgulayanların, Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu'nun açıklamalarına iyi kulak vermeleri gerekir. Meşruti Krallıkla yönetilen İngiltere'de, Parlamento; "Sadece erkeği kadın yapamaz..." diye en geniş salahiyetlerle donatılmışken, Cumhuriyetle idare edilen Türkiye'de, Millet Meclisi'nin neden kanun çıkarmakta dahi eli kolu bağlı olsun?! Prof. Kuzu sonuna kadar haklı. Ya vaktiyle Sayın Sezer'in de şikâyet ettiği gibi, Cumhurbaşkanının fazla olan yetkileri kısıtlanmalı. Yahut, Cumhurbaşkanı doğrudan doğruya halk tarafından seçilmeli... Anayasanın 105'inci maddesine göre, tek başına yaptığı işlemlerden veya Başbakan ve bakanların imzasını taşıyan kararlardan sorumlu olmayan Cumhurbaşkanının mevcut yetkileri, geçmişte zaman zaman ortaya çıktığı gibi, bugün de sıkıntıya sebebiyet vermektedir. İcranın başı olan ama icraattan sorumlu tutulamayan Cumhurbaşkanının yetkileri sembolik derecede kalmalıdır.