Dünkü bazı gazetelerde İran'ın yeni dışişleri bakanının siyasal düşünce yapısı ve kişisel geçmişi sorgulanıyordu. Hem öyle bir üslupla sorgulanıyordu ki, adeta bu yeni bakanın sadece ve sadece Türkiye'ye karşı özel olarak görevlendirilmiş bir bakan olduğu vehmi ve zannı işleniyordu! Bir gazete "İran'ın inadı" başlığını atarken, bir diğeri de "İstenmeyen bakan" manşetini uygun görmüştü... Bir başka ülkenin dışişleri bakanlığı gibi çok önemli bir makama getirdiği kişiyi ve elbette sadece Türkiye'yi değil; o ülke ile siyasi ve diplomatik ilişkileri bulunan bütün devletleri ilgilendiren bir konuyu bu şekilde ele almak acaba ne derece doğrudur? Aynı şeyin İran basını tarafından bizim bir bakanımız için yapıldığını düşünün... Bizim tepkimiz ne olurdu?! Yukarıda sözü edilen başlıkların sebebi, İran'ın yeni dışişleri bakanı olan Manuşer Muttaki'nin; 1986-1989 yılları arasında, bu ülkenin Ankara Büyükelçiliği görevini yürüttüğü sırada başörtüsü hakkında yaptığı bazı konuşmalardan dolayı; Türkiye'de tepki toplaması ve diplomatik sıkıntıya sebebiyet vermiş olması. On altı yıl önce cereyan etmiş bir hikayeyi bugün yeniden ve bu şekilde deşmek, Türk-İran ilişkilerine ne gibi bir katkı verebilir? Bu satırları yazarken, kimse bizim İran'ı veya onun yeni dışişleri bakanını müdafaa etmek gibi bir düşünce taşıdığımızı sanmasın!.. Biz sadece işin uluslararası ilişkiler boyutunu ve medya etiği açısından uygunluğunu irdelemeye çalışıyoruz. Hatta bırakınız meselenin bu kadar derin ve ince taraflarını, sadece düz mantıkla bakıldığında bile, bir bağımsız ülkenin kendi dışişleri bakanını belirleme hak ve özgürlüğüne dair fikir yürütürken, ne gibi kriterlere dikkat edilmelidir acaba? Kaldı ki İran, Türkiye'nin son derece önemli bir komşusu ve bölgenin de stratejik değeri büyük bir devleti. İki ülke ilişkileri bu açıdan ve hele içinde bulunduğumuz kritik dönemde olağanüstü ehemmiyet arz ederken, nedense bir kısım medya anlaşılmaz bir biçimde tam tersi istikamette ortalığı germeye çalışır... İster istemez insanın aklına bir de şöyle bir soru geliyor: Acaba söz konusu ülkenin adı, İran yerine İsrail veya İngiltere ya da bir başkası olsaydı, aynı tavır sergilenir miydi? Evet... Bizim medyamız olayları bir kısır döngü içinde ele almaya devam ederken, dünyanın önemli aktörleri İran ile ilgili çok daha hayati meseleleri mercek altına almış durumda. ABD Başkanı Bush, daha önce de seslendirdiği cümleleri bir kere daha tekrarladı. Yani İran'ın nükleer program çalışmalarına son vermemesi halinde, güç kullanmak dahil "Bütün seçenekler masada duruyor!.." dedi. İşte asıl gündem bu. ABD ve onun yanında İsrail, İran'a karşı herhangi bir harekete girişirler mi? Girişirlerse bu bölgemiz ve tabii dünya sulhu açısından ne gibi sonuçlar doğurur? Birleşmiş Milletler, İran'a karşı güç kullanmaya izin verir mi? Rusya ve Çin'in buna kesinlikle karşı çıkacağı ortada. Almanya, Fransa ve İngiltere de meselenin diplomatik yollardan hallini istiyor. İran ne pahasına olursa olsun, her şeyi göze alıp olayları sonuna kadar tırmandırır mı? Bu durumda, Amerika Irak konusunda olduğu gibi, BM'ye rağmen güç kullanmaya kalkarsa dünya dengeleri ne olur? Böyle bir seçenek ABD'ye kaça mal olur?! Bir dünya savaşı kopar mı? Muhtemel senaryolar içinde Türkiye'nin pozisyonu ne olur? İran ile ilgili aslında bu meselelerin tartışılması lazım. Yoksa eski sefir yeni bakan Manuşer Muttaki, geçmişe takılıp kalarak Türkiye'ye devrim ihraç etmek gibi bir eyleme girişecek değildir herhalde!.. Dememiz o ki, spekülasyon yapmanın da bir ölçüsü adabı vardır. Durduk yerde ilişkileri baltalamanın bir manası var mıdır? Baksanıza, Fransızlarla, Yunanlılarla dostluk ilişkilerini güçlendirelim diye, artık bazı şehirlerimizin kurtuluş yıl dönümlerindeki anma törenlerinin şeklini şemailini bile değiştirdik. Yani temsil icabı da olsa, Yunan ve Fransız askerlerini süngülemek gibi bir eylemi, artık yakışık almaz diye sona erdirmiş bulunuyoruz... Dostluk gelişsin diye tarihte yaşanmış gerçekleri bile unutmaya, unutturmaya çalışıyoruz. O halde İran'a karşı ne diye tersini yapıyoruz?! Kaldı ki bu ülke sınırlarımız, 1639 Kasrı Şirin Anlaşması'ndan beri, yani 366 seneden bu yana değişmiş de değildir...