Bir siyasi mücadelenin "savaş" ifadesiyle anlatılmaya çalışılması, doğru değildir; en azından şık ve zarif bir anlatım biçimi değildir. Ancak Türk medyasının bir kısmı, nedense askerî terminolojiye çok ama çok fazla meraklıdır!.. Bundan dolayıdır ki, bazı meslektaşlarımız medyanın bu kısmına; "apoletli" sıfatını yakıştırırlar! Cumhurbaşkanlığı seçimine dört ay gibi bir zaman kaldı. Neredeyse dört yıldan beri, yani 3 Kasım 2002 seçimlerinin hemen ertesinde; önümüzdeki nisan ayında yapılması gereken Cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinden, başlatılmak istenen değişik bir siyasi çekişme (Değişik dememizin sebebi; normal demokratik düzenlerde siyasi partiler arasında cereyan eden mücadelenin, partilerin dışında birtakım devlet kurumlarının da karıştırılmak suretiyle sürdürülmek maksadının varlığıdır... İ.K.), bugüne kadar iktidar kanadının sabırlı ve esnek tavrıyla herhangi bir sıkıntıya yol açmasına fırsat verilmeden savuşturulabildi. Ancak bazı siyasi partiler, bazı meslek kuruluşları, bazı sivil toplum örgütleri ve tabii bahsettiğimiz medya organları, ille de bir "Çankaya Savaşı"nın tezgahlanmasıyla fena halde meşgul!.. Nitekim, haber kaynaklarını genellikle "üst düzey bir komutan" veya "isminin açıklanmasını istemeyen yüksek rütbeli bir general" şeklinde belirten bazı muhabir ve köşe yazarları, şu sıralarda baş gösteren tartışmaları, "Çankaya Savaşları" olarak değerlendiriyor... Onlara göre, gümrük birliği anlaşmasının Rumlara teşmil edilmesi, yani deniz ve hava limanlarımızın Kıbrıs Rum Yönetimi'nin uçak ve gemilerine açılması, Kıbrıs meselesinin geldiği durum, AB ile üyelik müzakerelerinin girdiği çıkmaz vs... bunların hepsi tali mesele. Esas olan Çankaya'ya kimin çıkacağı konusudur! Dolayısıyla, önce Genelkurmay Başkanının, daha sonra da Cumhurbaşkanının alışık olmadığımız bir yöntemle; hükümetin AB dönem başkanlığına yaptığı son tekliften haberdar olmadıklarını açıklaması bunlara göre; "Çankaya Savaşları"nın işaret fişeğidir!.. Şimdi burada durup bazı noktalara dikkat çekmek gerekiyor: Birincisi, hem Genelkurmay Başkanının, hem de Cumhurbaşkanlığının son açıklamaları; AB karşısında Türkiye'nin elini güçlendirecek bir manevra yapmak isteyen hükümeti; futbol diliyle ifade edecek olursak, âdeta ofsayta düşürmüştür! İkincisi, eğer esas problem "Çankaya'ya kimin çıkıp çıkmayacağı" ise; önemi ve boyutu ne olursa olsun, ülkenin bir iç meselesi milli menfaatlerimizi haleldar edebilecek tarzda istismar edilmektedir... Üçüncüsü, bu tarz yaklaşımların demokratik sistemle yönetilen ve "hukuk devleti" olarak nitelendirilen ülkelerde hem geçerliliği yoktur, hem de yararı yoktur. Şimdi bazı köşe yazarları, hali hazırdaki tabloyu "kriz" olarak tanımlayıp; devletin tepesindeki ahenksizliği, kopukluğu veya "gerginliği" gidermek için hükümete ve Başbakana vazife çıkarmaktalar! Neymiş efendim, Başbakan bu gerginliğin giderilmesi için çaba sarf etmeliymiş!.. Bu "durumdan vazife çıkarma", aslında yeni bir şey değil. AK Parti iktidara geldiği günden beri, birileri sürekli hükümeti gerginlik çıkarmakla suçlamakta veya gerginlik çıkarmaması için uyarmaktadır!.. Bu nasıl bir mantıksa; gerginliğe sebebiyet veren kim olursa olsun, sorumluluğu hep iktidara yüklemeye çalışıyor! Hükümet olmanın gereği yapılan en tabii icraat bile bunlara göre gerginlik sebebi. Başbakanın ve bakanların, gözünün üstünde kaşının olması bile bunlara göre gerginliğe yol açıyor!.. Yani kurt-kuzu hikâyesi. Peki Anayasanın 104. maddesi ne diyor? "Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla... Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetler..." diyor. Demek ki, devletin tepesindeki uyumsuzlukları giderme görevi Cumhurbaşkanına aitmiş. Peki Sayın Cumhurbaşkanı altı buçuk yıllık sürede bu görevi hangi oranda yerine getirdi acaba? Bugüne kadar Sayın Sezer'in Başbakan Tayyip Erdoğan'la baş başa yaptığı görüşmelerin bir saati aştığı pek görülmemiştir... Esasen Sayın Cumhurbaşkanının en uzun süre yer aldığı toplantılar, Milli Güvenlik Kurulu toplantıları olmaktadır. Bunun dışında geçenlerde bir medya kuruluşunun resepsiyonunda dört saat 15 dakika geçirmesi, önemli bir olay olarak haber konusu yapıldı!.. Tabii Sezer, bazılarınca yalnızca laikliğin bekçisi olarak görüldüğü için; onun Çankaya'da kendisine düşen diğer görevleri yerin getirip getirmediğini irdeleme ihtiyacı duymuyor. Bu konuya devam edeceğiz.