Başbakan Tayyip Erdoğan, Hindistan yolunda epey yankı uyandıran bir beyanda bulundu: "Seçimlerde ikinci parti olursak genel başkanlığı bırakırım..." dedi. Şimdi Erdoğan'ın bu sözü tartışılıyor. Kimileri, "Durup dururken böyle bir laf nereden icap etti?" diye soruyor. Sayın Devlet Bahçeli de, dün partisinin grup toplantısında şöyle bir hüküm verdi: "Erdoğan başarısızlığına bahane arıyor. Bırakıp kaçacak..." Sayın Deniz Baykal ise, başından beri Erdoğan'ın bu bir nevi meydan okumasına karşı, sessiz kalmayı tercih ediyor. Baykal'ın sessiz kalmasını da anlamak mümkün. Zira kendisi Temmuz 2007 seçimlerinden sonra, maruz kaldığı şiddetli hücum ve eleştirileri, yaklaşık on gün boyunca evinden çıkmayarak, yani tam anlamıyla sessiz kalarak savuşturabilmişti... Baykal'ın seçimlerdeki performansına bakıldığında, kendisinin pek de meydan okuyacak veya Erdoğan'ın restini görecek kadar rahat bir konumda olmadığını görüyoruz. Daha önce partisini genel seçimlerde (1999), barajın altına düşürdüğü için genel başkanlık koltuğunu bırakmak zorunda kalmış bir lider olarak, yoğurdu üfleyerek içmek durumunda. MHP liderinin de esasen durumu farklı değil. O da 2002 seçimlerinde partisini barajın altına düşürmüş olduğu için, çekileceğini açıklamıştı. Ancak daha sonra nasıl olduysa, genel başkanlığa devam kararı aldı. Sayın Erdoğan'ın çıkışı, hatırlanacağı üzere daha önce rahmetli Turgut Özal'ın "Tek başına iktidara gelemezsek bırakırım..." restine benziyor. Hem Özal'ın hem de Erdoğan'ın bu tavrı, öncelikle bir özgüvenden kaynaklanıyor. Merhum Özal o keskin çıkışı yaparken rakipsizdi. Şimdi de durum farklı değil. Mahalli seçimlere (29 Mart 2009 sadece dört ay kaldı. Yapılan kamuoyu yoklamaları, yine AK Parti'yi açık ara önde gösteriyor. Bazı spekülasyonların aksine, iktidar partisinin Mart 2009'da, Temmuz 2007'den daha fazla oy alacağı görülüyor. Seçimlere yakın tarihte, biz de tahminimizi net olarak yazarız... Esas mesele, başarısız olunca koltuğu bırakma mecburiyeti değil; gelişmiş demokrasilerde olduğu üzere, vakti gelince çekilmesini bilmek, yani "tadında bırakma" erdemini göstermektir. İngiltere'de Muhafazakâr Parti Lideri Margaret Thatcher, üst üste üç seçim kazandı ve yakın tarihteki en başarılı başbakandı. Ancak son dönemde oylarında biraz azalma olunca, derhal koltuğunu boşalttı. İşçi Partisi'nin başındaki Tony Blair de, ilk iki dönem çok başarılı olmasına rağmen, ardından gelen eleştirilere ve "artık bırakmalısın" çağrısına hemen cevap verdi ve parti liderliğinden de, başbakanlıktan da ayrıldı. Avrupa'da başarısız olup da, liderlik koltuğunu bırakmayan kimseyi pek göremiyoruz. Bırakın başarısızlığı, başarılılar da bizdeki gibi ahir ömrüne kadar kalmakta ısrar etmiyor, edemiyor. Bizim ülkemizde ise, böyle alışkanlıklar ve olgun davranışlar ne yazık ki görülmüyor. Bir tek Erdal İnönü kendi isteği ile çekildi ama, o da zaten başarılı olamamıştı!.. Türkiye'de bir de siyasî partilerin alternatif liderler yetiştirememe hastalığı var ki, bu temelde ve doğrudan parti içi demokrasi ile alakalı. Tek kişiye mahkum partilerin, lider(ler) yetiştirmedeki kısırlığı; esasen onların politika ve hizmet üretmekteki başarısızlığının delilidir. Parti içi demokrasi meselesine gelince, o apayrı ve geniş bir konu. Müstakil olarak ele almak lazım.